Friday, February 17, 2012

Asimo'yu beklerken... iRobot


Decalage Horaire'in (tıkla) yazarı Damla'nın hatırlatmasıyla, artık o kadar da yeni olmayan "ailemizin yeni ferdi" iRobot'umuz hakkında bir şeyler yazmanın artık vakti geldiğini anladım :-)

Bizim evdeki çocuğun (beyim olur kendisi), tanıştığımızdan beri bir robot merakı vardı zaten. Brüksel'de iş yerinde bir robotları varmış hatta, zaman zaman gözlerinin içi parlayarak bizim aynısından alacağımız günü iple çektiğini anlatırdı :-)

Ne yalan söyleyim, beni de heyecanlandırıyordu bu düşünce. Evde benim yerime yerleri süpürecek bir robotun olması hiç de fena bir fikir değildi hani ! Hatta daha gelişmişleri olsa keşke diye de düşünürdüm, şöyle ütü yapanı, toz alanı... Hani Japonların icat ettiklerine benzer bişi olsa da "ev işlerinden" yırtsak diye ;-).
Hatırlarsanız Honda insan boyutunda (tamam, minik insan boyutunda) Asimo isimli bir robot yaptı bile. Bir tane daha vardı hatta tekerleri olan, onu da bulaşık yıkarken, çamaşır makinesi doldururken seyretmiştik haberlerde..





Ah, ah... belki Asimo'nun evimizin yeni ferdi olmasına daha çok var (10 sene veriyorum ben bu işe) ama biz şimdiden fütüristik takılıp, Asimo'yu beklerken iRobotumuzla mutlu mesut yaşamaya başladık bile :-)
Tam ismi iRobot Roomba 560 olan robotumuz her gün programlandığı saate uyanıp, 2 oda bir salon boyutundaki evimizi (bazen kaytararak) bir güzel süpürüyor (yihuuuu!!)

Aşağıdaki video ilk alındığı gün çekilmilşti. Evi daha yeni tanımaya başlıyordu. O yüzden kafayı gözü vura vura duvarları öğreniyordu. Öyle küçük durduğuna da bakmayın, akıllıdır kendisi: artık öğrendiği için evi  hiiiiiç bir yerini vurmadan oda oda dolaşıyor serseri :)





Biz ilk gün Ferdi ismini koyduk kendisine fakat hala cinsiyeti konusunda emin değiliz sanırım... bir gün "söyle oğluna saklanmasın yatağın altına" diyoruz, diğer gün "senin kızın gene kaytardı bugün" diye bahsediyoruz kendisinden. Evet, evet, dedim ya size, ailemizin parçası haline geldi :-D Neyse, bu cinsiyet ve isim konusunda en kısa zamanda bir karar vermemiz gerekiyor, kafası karışıyor garibimin :-)

İşlevsel olarak Ferdi'den bahsetmem gerekirse, ki sanırım asıl merak konusu da bu, benim için çok büyük bir rahatlık oldu diyebilirim.
Şimdi, boyutunun küçük olduğuna bakmayın, her gün 1- 1,5 saat boyunca yerdeki tozları toplayan bir "süpürge" olması son derece hayatımı kolaylaştırıyor. Akıllı olduğu için de evin duvarlarını tanıyor, kapıları biliyor, kestirmeleri öğrendi ve mobilyaların nerede olduklarını da ezberlediği için hiç birine çarpmadan sadece ucundan toz alarak "süzülerek" işini yapıyor.

Toz haznesi küçük olduğu için her iki güne bir boşaltmak gerekiyor. O tozları boşaltırken bu minicik robotun o kadar tozu nasıl topladığını merak ediyorsunuz zaten :-)

Benim Ferdi hakkında bir tek şikayetim olabilir o da elektirkli süpürge gibi gürültülü olması. Hakıszlık etmeyim (vicdanım el vermedi bak :-P), aslında daha az gürültülü ama gene de evde bir "vvvvzzzzzzzzz" sesi çok dinlendirici değil. O yüzden bazı günler temizliğe başladığında düğmesine basıp durduruyorum, sonra evden çıkarken tekrar başlatıyorum ;-). Hmm, bir de etrafta ucu boşta duran kablolarla oynamayı çok seviyor. Öyle durumlarda zatene "dülülüüüüü" diye bir ses çıkarak, ayaklarını sıkıştırdığını haber veriyor. Gidip kurtarmak gerekiyor, diyorum ya yaramaz bir çocuk gibi!!

Kaytarıcı demiştim bir de değil mi? :-P Bazı günler bizim yatak odasını es geçiyor mesela.. Ben de alıyorum bizim odaya kapıyorum ve temizlemeden çıkmak yok diye de sıkı sıkı tembih ediyorum. 30 dakika sonra kapıyı açınca, kendisi zaten pıtı pıtı salona geri geliyor. Suçlu olduğunu bildiği için de, azıcık daha etrafı süpürür gibi yapıp, sonra yuvasına geri dönüyor ;-)

Eğer bizimkisi olmasaydı bu evde, buradaki tozlanmayı düşünecek olursak herhalde ben haftada 3 kez elektrikli süpürgeyle evi süpürüyor olurdum! Onun yerine haftanın yedi günü benim yerime bunu yapan minik bir robotun olması çok güzel bence.

Her ne kadar bir yerde azıcık toz kalsa bile, bu işi her gün yaptığı için ertesi gün orası da temizleniyor. Yani bizim alıştığımız gibi, derinlemesine bir süpürme beklemeyin.. Ama 7 gün çalışıyor olması bence affetiriyor bu kusurunu :-) E haftada iki kere de vileda yaptık mı ev mis gibi oluyor ! Hatta şunu söyleyim: temizlik için ekstra yardıma ihtiyaç duymadım şimdiye kadar.

Artık fiyatları da makul bir seviyeye geldiği için eğer eviniz müsaitse (bence apartman daireleri için ideal), hiç düşünmeden piyasa araştırmasına girin derim.

Bizim oğlan temel modellerden iRobot Roomba 560. İnternet üzerinden, amazon.com'dan aldık biz. Hiç bir sıkıntı olmadan geldi, gayet de güzel çalışıyor :-) Yanında ekstra filtre, fırça ve iki tane lighthouse (deniz feneri) aldık. Lighthouse dedikleri, Roomba'ların girmesini istemediğiniz bir alanın önüne görünmez duvar çizen bekçi aslında. Çok işe yarıyor, özellikle eve henüz mobilyalarımız gelmediğinde, bütün elektronik eşyaların kabloları ortalıklaydı, biz de oraya girip elini ayağını kabloya sıkıştırmasın diye o bölgeye bekçi, yani lighthouse koymuştuk :-)

Evinde kedi ya da köpeği olanlara da müjdem var, Roomba özel olarak hayvan tüylerini de toplaması için ayrı bir model daha çıkarmış. Galiba 570 serisi. Kedi tüyünün gıcıklığını bilen biri olarak, bence çok yerinde bir karar olmuş !


İnsan farkına varmadan evdeki bu minik robotla iletişime geçmeye başlıyor. Mutfatka iş yaparken "Bak dolaşma ayağımın altında, eziceğim şimdi seni" dediğim çok olmuştur, "bak gene peşimden geliyor" sık sık telafuz ettiğim cümleler arasında :-).  O uslu uslu yuvasında şarj olurken, akşamları da kendisinden bahsedilebiliyor hala: "kaytardı mı bakiim bugün?", ya da "seninki gene misafir odasına girmiyordu, ben de kapadım onu içeriye" gibisinden konuşmalar sık sık geçebiliyor mesela :-D


Evet, uzun lafın kısası: Bir noktadan sonra evin bireyi haline gelen bu minik akıllı robot'u, Abisi Asimov'u beklerken, bizlere yardımcı olması için herkese tavsiye ederim :)) 


Wednesday, February 15, 2012

Persea Americana (nam-ı diğer Avokado)





Tamam, itiraf ediyorum: Avokadoyla bir ask hikayesi yasiyorum! Duygularimiz belki karsilikli olmayabilir ama ben avokadoya asigim :)

Tanismamiz aslinda cok basarili olmamisti. Ben henuz 11 yasindaydim. O ise olgun bir avokado.

Aile zoruyla tanistirilmistik. Bir seyi bilmeden, tatmadan, sevmiyorum denmeyecegini ogretme cabasindaydi bizimkiler bana. Hele sevdikleri bir seyi kizlarina da sevdirebilmek onlar icin cok onemliydi galiba. Ama yok, avokadoyla ilk tanistigimizda tanimlayamamistim bile kendisini. Meyve midir yoksa sebze mi? Meyve deniyordu kendisine ama tadi tuzu olmayan, yagli mi yagli bir şeydi işte..

Biiiiiyk! Gene de aile zoruyla masadan o yarim avokadoyu bitirmeden kalkamamistim. Kalkmamla birlikte, 10 kusur sene boyunca bir daha da yanina yaklasmadim.

Taa ki... İlk fajitamla tanisana kadar. O ilk fajitanin yaninda tekrar avokadoyla karsilasmak sasirtmisti beni ilk basta. Ama sanirim babamin "bir seyi tatmadan sevmiyorum diyemezsin" dersi kulagima kupe olmus ki, tekrar denemek istedim bu meyveyi...

Bu sefer sanki ilk yedigimden cok farkli bir meyveyi yiyormusum gibi, o tatsiz, garip lezzet beni buyuledi adeta. O minicik kapta getirdikleri avokado ezmesi (guacamole) yetmemisti.. Bu sefer tadi damagimda kalan bir lezzet olarak masadan kalkiyordum...

O gunden beri, avokado avindayim. Dunyanin heryerinde manavcilara avokado var mi diye soruyorum :) Ve Uzun zamandan sonra, her mevsim taze ve olgun avokado bulabilecegim bir sehre tasindim nihayet!

Burada da avokadolarin cins cins oldugunu ogrendim.. En yaygin ve makbulu Haas Avokadosuymus. Tadi da pek guzel gercekten :)

Avokadonun anavatani Meksika olunca, bu kadar bol ve uygun fiyata bulunabilmesi benim icin pek hayirli olmadi. Evet cok saglikli bir meyve ama azi karar fazlasi zarar dememis miydi bizim atalarimiz? Her gun kasik kasik avokado yersem ne olur benim sonum? Sonun baslangici neye benzer peki?

Avokado dedigim gibi tropikal bir meyve. O yuzden avokadoyu buzdolabina sokmamak gerek, tipki ananas, papaya, mango gibi.. Ya da kisacasi hic bir tropik meyve buzdolabina girmemeli... Tek bir istisnasi var bu kuralin: eger meyveler yeteri olgunluga ulasmissa, sogutmak veya daha fazla olgunlasip porsumemeleri icin buzdolabinda muhafaza edilebilirler.

Avokadomu salatalarimda, guacamole olarak, hamburgerimin icinde, ya da uzerine azicik limon sikip kasik kasik bile yiyebilirim...

Bizim mutfak mutfak olali avokado eksik olmamaya basladi artik evde. Ya salatayla beraber, ya da deneysel guacamole olarak haftada en az 3 kez yedigimi soyleyebilirim :)

Deneysel diyorum cunku habire daha iyisini yapabilmek icin malzemelerde ufak degisiklikler yapiyorum. Bir sonrakine jalapenos (meksika aci biberi) eklemeyi dusunuyorum. Ama simdilik sizinle elimdeki temel tarifi paylasabilirim ;-)

Zemberekkusu blogunda (tıkla) gecen haftalarda guacamole tarifi yazinca, avokado sevgisinin gucune daha bir inanir oldum, ve taslak halinde duran bu yarim yamalak guacamole yazimi avokadoya adamaya karar verdim :))



 Aslı'nın GUACAMOLE'si

Malzemeler:
-1 olgun avokado (kabugu koyu yesile donmeye basladıysa ve yumusadıysa olgunlasmıstır)
- 1/2 yesil limon/lime (yoksa 2-3 tatlı kasigi limon suyu da olur)
- 1 avuç taze kisnis yaprakları (ince ince dogranmis)
- 1 dis sarmısak (kucuk)
- 1/2 domates, minik kuplere dogranmıs
- tuz&karabiber


Hazirlanisi:
- Avokadoyu ikiye bolup cekirdegini cikardiktan sonra icini kasikla bir kaseye bosaltin.
- Domates haric butun malezemeleri kaseye koyup, catalla avokadoyu ezerek hepsini kasistirin (limon suyunu zevkinize gore azar azar da ekleyebilirsiniz)
- Kup kup dogranmis domatesi de ekleyip, bu sefer ezmeden karisimi bir kere daha karistirin.





Guacaomle'Niz afiyetle yenmeye hazir!!!! :)))



Bari elim degmisken, avokadonun salatada kereviz sapıyla cok uyumlu oldugunu da yazayım hemencecik :)) Avokado kullandıysam salatada, domates koymuyorum ama (bilimsel bir sebebi yok :P). Bir de ekstradan beyaz peynir kırıntıları ekleyince daha da bir guzel oluyor :-D (bak acıktım gene!) Sos olarak da sadece limon&zeytinyağ sosu hazırlıyorum, azıcık da kuru nane atıyorum icine. Marul salatasına daha bir guzel oldu... Bu da benden son dakika notlari :))



Foto kaynak: ilk üç resim Wikipedia'dan

Sunday, February 5, 2012

Super Bowl XLVI

Düne kadar bu Pazarın, Amerikan Spor takvimindeki en önemli Pazar akşamı olduğunun farkında değildim.

Hayatın durduğu 46. Super Bowl akşamı şu an itibariyle başlamış durumdadır!!

Saat 18.00 ve New York Giants'ın New England Patriots'larla karşılaşacağı maçın düdük çalmasına 30 dakika var ama Maç öncesi program canlı yayına başladı bile.

Benim için tabii SuperBowl henüz tam olarak anlamlı bir spor gecesi değil, umarım zaman içinde ben de bu gecenin keyfini çıkarabilecek kadar uzmanlaşırım bu Amerikan futbolu konusunda :-)

Ama şimdiden reklam dünyasının görücüye çıkarabilmek için milyon dolarlık reklam sürelerinin alındığı bir geceye adım attığımızı biliyorum ve hayatımda ilk defa bu geceye canlı canlı tanıklık edeceğim için de heyecanlıyım! Hatta Youtube'dan bazılarını şimdiden seyrettim :))

Olayın ciddiyetini tam anlayamasam da, galiba Super Bowl gecesinin benim gözümdeki asıl anlamı arkadaşlarla bir araya gelinip acılı tavuk kanatlarının yendiği, bol bol bira içildiği bir "dostlar" buluşmasını temsil etmesi gibime geliyor :-D E tabii bir de şampiyonluk gecesi.


Şampiyonluk demişken belki de bu Super Bowl'un ne olduğunu da anlamakta fayda var (e bir zahmet di mi :-P)


Günümüzde 111 milyon kişiyi ekran başına çektiği söylenilen Super Bowl Maçının ilki 1966 senesinde oynanmış. O dönem 2 ayrı Profesyonel Amerikan Futbol liginin olmasından ötürü ve bu iki ligin birleşmesinin ve NFL'in kurulamasını sağlayan anlaşmanın yürülüğe geçeceği 1970 senesine kadar, her iki ligin şapiyon takımlarının karşı karşıya geldiği bir Şampiyonlar Şampiyonası olmuş.

1970 senesinden itibaren, profesyonel Amerikan futbol takımları iki ayrı konfederasyona ait takımlar olarak ayrılmışlar. Her Konfederasyonun kendi şampiyonluk maçı olsa dahi, hepsini bir çatı altında buluşturan NFL'e (Ulusal Futbol Federasyonu) mensup takımlar oldukları için, nihai kupa ve şampiyon Super Bowl kupasını eve götüren takım olmaktaymış (umarım doğru anlamışımdır!-dedim ya, yeniyim ben de bu konuda :-P).


Her sene yaz sonu başlayan lig maçlarının sonucunda, iki konfederasyonun şampiyon takımları, Super Bowl kupası için karşı karşıya gelmekteler.



Evet, Kelly Clarkson şimdi de canlı canlı ABD Milli Marşını söylüyor :-) (ben de kendimi olay yerinden bildiren bir gazeteci müsvettesi sandım birden :-P)


Evet, ne diyorduk??.. Hmm, evet.

Super Bowl kupasına Vince Lombardi Kupası ismi verilmiş. Vince Lombardi, ilk SuperBowl maçını kazanan takımın antrenörü olmakla birlike, kariyeri boyunca hiç bir sezon kaybetmeyen Amerikan futbolu antrenörü olarak NFL tarihine geçmiş bir kişiymiş (ki ismi de kupaya verişmiş işte ).

Super Bowl'un bir başka özelliği de oynanan senelere göre adlandırılması yerine, Roma rakamlarıyla sıralanmasıymış. İşte o yüzden bu sene oynanan Super Bowl maçı da 46ıncı olmasından ötürü, Super Bowl 2012 yerine, bu şekilde karşımııza çıkmaktadır: Super Bowl XLVI :-)





 Şimdilik benim için sadece Amerika'da hayatın durması anlamına gelen Super Bowl gecesi hakkında ne yazık ki şimdilik bu kadar bildirebiliyorum. Amerikan Kültürüyle daha haşır neşir oldukça farklı bir bakış açısıyla tekrar yazacağıma eminim bu gece hakkında. E eliniz boş dönmeyin, bu gece görücüye çıkan birkaç reklamlı birlikte seyredelim bari: 



















İlk yarı arasındaki show'da Madonna sahne alacakmış, ben de bari kendisini beklerken biraz çips yiyeyim :-)


Not not not: Pazar gecelerini geldiğimizden beri eve ısmarladığımız Tavuk Kanatlarıyla film seyrederek geçirmeye karar vermiştik. Ancak Super Bowl Pazarı olduğu için bu akşam hiç bir restorandan ne online ne de telefonla tavuk kanadı siparişi veremediğimizi öğrendim. Önceden satın alınıyormuş! Neyse, bir dahaki seneye hazırlıklıyım işte :-P

foto kaynak: wiki ve youtube