Tuesday, November 6, 2007

Gonlum Bruges'de kaldi (belki de midem?)


Evet, farkindayim yukaridaki baslik pek bir garip durdu dimi simdi ? :)

Benim gibi surekli Bruges'de yasamanin ne kadar da sikici oldugundan bahsedip duran birisinin hopalaa ben bruges'u cok ozledim demesi de nerden cikti simdi diyeceksiniz. Ne demisler, yigidi oldur hakkini yeme! E yok mu benim Bruges'de ozledigim veya cok sevdigim seyler... Var ki ne var :)

Efendim, bir kere minicik bir sehir olusunu, arnavut kaldirimlarini, Saruman'in Kulesini (yani Belfort), yagmur camur demeden turist akinina ugramasini, suratsiz ve kaba garsonlarini tabiiii ki de ozledim desem yalan olacak :D

Amaaa, mimarisini, kokan kanallarini, bahar geldimi daracik sokaklarda her pencerede cicek gormeyi, carsamba gunu kurulan pazarinda satilan tavuk cevirmeyi ve 'geeel geeel domatese geeeel' diye bagiran pazarcilarini, alisveris sokagini (x2), evimizi, bisiklete binmeyi veeeee asil konumuz olan Sarkutericimizi ve Dondurmacimizi coooooook ama coooook ozluyorum !!

Bazen hala dusunuyorum, Ilker'le ben Bruges'de kolestrol krinize girmedik ya, valla iyi yirttik (kolestrol krizine gireni de ilk defa duyuyorum?? ne demekse :P) Sabah aksam, abartmiyorum seremoni seklinde sarkuteri ve peynir yedik bir sene boyunca.. ama ne yedik!! anlatirken bile agzim sulaniyor :D Ha simdi yemiyor muyuz? Yiyoruz ama bulamadik ki bizim sakuterici gibisini burada, agzimizin tadiyla bir peynir, bi salam alamadik gitti su Bruksel'de valla :( cok mutsusuz coook hic sormayin (valla saka degil!). Dediler, Rob guzeldir, Rob muhtesemdir.. (Rob Bruksel'in meshur gurme marketi, yabancilar tarafindan cok ragbet goruyor) Ama yok kardesim, bizim Bruges'de yedigimiz brie de chevre peynirinden bruksel'de hicbir yerde yok!! (of cok igrenc geldi kulagima su yazdigim cumle).

Neyse, ben lafı daha fazla uzatmadan size bizim sarkuterici'den bahsedeyim azcik:



Dukkanin disaridan resmini cekmeyi unutmusum da, posetinden ismini ve adresini gosteriim size bari :)

(Biz bu sarkutericiye Bizim Adam diyoruz bu arada)

Bizim adam inanilmaz biri valla.. Gene birgun kapisinin onunde kuyrukta beklerken (evet cok sik rastlanilan bir manzara), onumde konusulanlara kulak kabartinca ogrendim ki, bizim adam Bruges'deki michelin yildizli tek restoranda sommellier imis zamaninda, sonrada iste acmis kendi dukkanini. Inanilmaz guzel peynirler, salamlar, jambonlar, receller, saraplar, biskuviler... akliniza delicatesse olarak ne gelirse o minicik dukkanda valla satiyor hepsinden :)


En guzeli de, sattigi butun urunleri o kadar guzel anlatiyor ki, valla sirf midenizi degil beyninizi de doyuruyor masallah :D "bahar aylarinda daglarda otlanan inek sutunden yapilmistir", "su kadar metrekareye su kadar hayvan sunlarla beslenerek elde ediliyor bu jambonlar". Valla sayesinde baya bir peynir-salam kulturumuzu genislettik biz de :P

Isini severek yapmasinin bende uyandirdigi buyuk hayranlik ve mutluluk ise apayri bir konu :) (e sanirim pek rastlamadigimiz bir durum soz konusu olunca boyle agzimiz acik seyrediyoruz hayran hayran). Oyle profesyonelce yaklasiyor ki isine, bir aksam ustu arkamizda inanilmaz bir sira olustugu icin, Ilker yardim edeyim de daha fazla uzamasin bizim isimiz diye aldigimiz peynirleri ve salamlari posete koymaya basladi.. Aaa :) olur mu hic?? hepsinin dokusu farkli, posete koymanin bile bir adabi var, sert peynirler en alta, dokusuna gore salamlar ve yumusak peynirler ustlere yerlestiriliyor :))


*****

Ankara, 13 kasım 2007


Haftada en az bir kere ugruyorduk sarkutericimize. Artik neyi seviyoruz, neyi en son aldik, hepsini biliyordu bizim adam. Bugun ne alsak dedigimiz anda damak tadimiza gore hemen birseyler tavsiye ediyordu.. ve inanin bir senedir gitmedik, ama hala neyi sevdigimizi cok iyi hatirliyor :)) Valla cok hosuma gitti, sanirim yasanmisligin bir gostergesi oluyor ve insan bir yere ait olmus olmaktan cok buyuk mutluluk duyuyor... eee, insan sosyal bir hayvandir eninde sonunda :)

Gene aklima gelen seylerden biri: her alisveriste,bizim adamin "ooo simdi bu peynirleri soyle guzel bir kirmizi sarapla yersiniz aksama" deyisi ve bizim de tabi tabi deyip, herseferinde yanina guzel bir cay demlememiz de ayri bir komediydi valla :D Tam alaturka sarkuteri/peynir sofrasi :P eheheheh.. Ama valla cayla da cok guzel gidiyor.. ben sarap icince hemencecik mayisiyorum, hele evde olalim oo hemen sizma moduna geciyorum :(

Daha fazla reklama gerek yok, bu sefer arabayla degil de trenle gitmistik bruges'e ve bir saatlik sicacik bir tren yolculugu ile evimize donmemize ragmen bizim adam once hmm cok da sicak trenler, acaba bozulur mu diye dusune duruken, biz gider gitmez yeriz zaten dedikten sonra gitti, guzel bir isi gecirmeyen bir poset buldu, herzamanki gibi guzel guzel donmus dana etini dilimledi incecik ve oyle guzel sardi ki eve geldigimizde hala cozulmemisti et :)) Bir dahaki sefer geldiginizde soyleyin bana et ne durumdaydi bruksel'e vardiginizda diye de tembihledi :)


Bizim adam ve sarkuteri dukkani hakkindaki yazimi baya stresli bir sekilde yaziyorum aslina bakilirsa.. Ilker'den ozellikle bu yazimin simdiye kadar yazdigim en guzel yazi olmasi konusunda istek geldi, ama ben istedigim kadar buradan ovguyle soz edeyim, siz kendiniz bir kere o dukkandan iceri adim attiginiz anda bizimle hem fikir olmamaniz mumkun degil bence :)

Elimde bir de aldigimiz carpaccio'nun resmi vardi ama, kendi bilgisayarimda olmadigim icin resmi daha sonra eklerim :( (internetten buldugum resimlerin hicbiri karpaçio'ya hakkini vermiyor zaten!)

Midesinin sesini dinleyen asli :)

Wednesday, October 24, 2007

Cin yemek icin Anvers'e gidilir

Uzun zamandir cin yemegi yememistik gene ve Zeynep'in gelisini de firsat bilerek gecen pazar aksami haydin Anvers'e gidelim dedik :).

Anvers'teki cin mahallesini kesfimiz, Bruj'de denedigimiz butun cin restoranlarinin kotu olmasi ve "yahu hic mi guzel cin lokantasi yok bu memlekette?"diye hayiflanirken, belcika rehberlerinden birinde Anvers'in kucuk cin mahallesini okumamiza borcluyuz (duyan da kocaman bisi sanacak, garin arkasinda aslanli bir sokak sadece). Bizim de nasil bir cin yemegi cektiyse canimiz, bastik gittik Anvers'e gene yagmurlu bir aksam ustu (muhtemelen yagmurluydu ve muhtemelen bir aksam ustuydu... attim ama tutma orani %90 :D)

Anvers'teki aslanli cin sokaginda adim basi cin ve asya lokantalari olmasina ragmen biz kedinin kasap vitrinine yapismasi misali dayadik kafamizi, lokantalarin icine bakiyoruz.. hani belki denemeden de sirf bir bakisla anlariz hangisi iyi hangisi kotu diye :D Nitekim.. anladik valla :)))


Bir cin lokantasinin otantik cin yemegi yaptigini vitrininden nasil anlarsiniz dersimize hosgeldiniiiz :P. Efendim, eger musterilerin cogu cinli ve menusunde veya kapisinde birsuru cince yaziyorsa, hic supheniz olmasin, o lokanta iyidir :D . Denenmis ve onaylanmistir :)))
E genelde yabanci mutfaklar bulunduklari ulkenin damak tadina bir sekilde uyum sagliyor ve sundugu yemekler alistigimiz veya bekledigimiz gibi olmuyor heryerde... Eminim cin'e gitsek cok zorlaniriz ilk basta.. "ama bu benim yedigim pekin ordegi deeel kiii" diye garsona mizmizlaniriz bir de abidik gubidik bir pekin ordegi getirdiginde :P. Benimki de misal hani.. bir pekin ordegi ne kadar farkli olabilir ki diyecegim ama ben buna benzer laflarimi genellikle yutarim.. "Hmm evet, olmamis bu" sozum pek bir meshurdur :P..

Herneyse, eger caniniz guzel bir cin cekerse, Anvers'teki Oriental Delight restoranini siddetle tavsiye ederiz.. Pazar aksamlari da aciktir haberiniz ola :)

Bi de bizim favorimiz, Salt and Pepper Prawn cok guzeldir... bana bir porsiyon yetmiyor valla :(


Gitmek isteyenler icin:
Anvers Merkez tren istasyonunun hemen arkasinda, Anvers hayvanat bahcesine giris tafafindaki meydanin (otobus duraklari var) hemen karsidinda kocaman bir modern bina var (turuncumsu). Gari sirtiniza aldiginizda, o binanin solunda aslanli bir sokak var.. iste oradan giriyorsunuz ve sag kalidirimda epey ileride Oriental Delight lokantasini goreceksinizzz.. Bir suru baska lokanta var bu sokakta, biz digerlerini denemedik bile.. ama icinde en cok kendi vatandasi olan burasiydi :) Pisman degilizzz !!!

Saturday, October 13, 2007

Izaka-ya aka ISA KAYA :)

Nedense, cumartesinden yazdigim bu yaziyi bir turlu yayinlayamadim :(( elime mi yapisti yoksa daha yazacak birseylerim vardi da yazamadigimi dusundugum icin mi beklemede tutuyorum tam da cozemedim.. eksik de olsa, yayinladiktan sonra "aaa sunlari da yazacaktim bak, ya da bak yanlis yazmisim" diyecek olsam da, artik zamani geldi ve geciyor bu yazinin..

Buyrun: Izaka-ya!!


Bir arkadasimizin veda yemegi vesilesiyle Cuma aksami cok guzel bir restoran kesfettik :)

Icerisinin tiklim tiklim dolu oldugu sade bir yer dusunun... Yemeklerin uygun fiyatli ama cok lezziz oldugunu hayal edin ve en onemlisi ahcinin ve garsonlarin yanisira, musterilerin buyuk bir kisminin da japon oldugu bir lokanta sizce ne anlama gelebilir?? :)))

Eveeet.. Sanirim otantik bir japon lokantasi oldugu hakkinda hemfikir olabiliriz..


Lokantayi ayarlayan arkadasimizin, burayi bruksel'deki en iyi japon oldugunu idda eden bir asya mutfagi sevdalisi tarafindan kesfettigini soylemesiyle, zaten agzimizin sulari akmaya baslamisti bile.. Nitekim, hakliymis :))

Menusunde Sushi yok ama onun yerine siparis ettigimiz ton sashimisi muazzamdi, agzininda eriyordu adeta :)). Yedigimiz diger butun yemeklere de 10 puan verdik ve favori lokantalarimizdan biri oluverdi bile.. oyle ki, pazar aksami bile hadi gene gidelim dedik ama maalesef kapaliymis :((. Bu hafta ici bir kere daha kesin gideriz zaten.. hmmm... yazarken bile agzimin suyu akmaya basladi bile :P. Japon mutfagini sevenlere siddetle tavsiye edilir diyecegima ama zaten butun yazi lokanta hakkinda olmasi ne kadar tavsiye edildigini kendinden belli ediyordur

Merak edip denemek isteyenlere adresini de verelim hemen:
Avenue Louise'in Vleurgat'la kesitigi sol kosede (sehir tarafindan gelirken-ya da vleurgatin Flagey'ye giden tarafinda hemen kosede). Rezervasyon yapin gitmeden, cok kalabalikti bizim gittigimizde...
Izaka-ya
Tel. : 02.648.38.05
Chaussee de Vleurgat 123
Ixelles

Monday, October 1, 2007

Cook and Book


Efendiim bu pazar gununu pek bir verimli gecirdik. Sabahtan aksama kadar bir kosturmadir gitti, ben bile sasirdim kendimize..

Aktivite 1:

Uzun zamandir gitmek istedigim ama bir turlu pazar sabahi ilker'i ikna edip goturemedigim Herman Debroux brocante'ina gittik (okunusu: brokant, yani bit pazari). Sabah 6- oglen 1 arasinda acik oldugu icin tabii bol mirin kirinli oldu, ama beni kiramadigi icin sevgili esim sabahin 9'una calar saati kurmus ve beni her bes dakikada bir "hadi kalk" diye diye uyandirdi ve kalktik gittik brocante'a ( zorla dicem ama dilim varmiyor, ben kasindim) . Israrla gitmek istememin nedeni ise Herman Debroux brocante'i her ayin son pazar gunu oluyor. Hani ayda bir diye, iste bu seferkini kacirmayalim dedim.. Hani kacirsaydik pek de birsey kacirmazmisiz ya, neyse :D Aman duymasin birileri... Zaten aciktim, dondum, hic birsey almadim (abuk sabuk seyler alip doneriz simdi dediginde; "yok canim, birsey almadan da donulur bit pazarindan" dedigim icin valla alacagim en azindan 2 parca esyaya bile gozumun ucuyla baktim, aklim kalmasin diye :P). Gikimi cikarmadim sonucta, ki normalde her adim basi aciktim diye ilker'in kafasini sisirebilme potansiyeline sahibimdir... valla dut yemis buldul gibi uslu uslu dolastim, hic birseye saldirmadim ve tipis tipis yurudum kocamin arkasindan :D (ehehehe :)) ben bilmem beyim bilir misali ;) )

Antika pazarlari daha guzel oluyor, bu brocante biraz fazla bit pazari havasindaydi. Aman allahim, ivir zivir hersey vardi.. insan eski uzaktan kumandalarini da mi satar yaaa?? vallahi pes dedim :O

Gitmek isteyenlere: Her ayin son pazar gunu, sabah alti oglen 1 arasi kuruluyor pazar. Herman Debroux Metro duraginin orada yani, Souverain caddesinin Herman Debroux koprusunun altinda oluyor. Veya Auderghem Carrefour magazasini biliyorsaniz, orada iste...

Aktivite 2:

Yeni tanistigimiz bir turk arkadasimizla oglen bulusalim dedik.. Sevgili pseudo-hintli arkadasimizi da aldiktan sonra, saat 2 de pazar gunu nerede yenir diye dusunurkene.. benim cok merak ettigim Woluve Shopping Center'in karsisindaki Cook&Book'a gittik..

Allahim Belcika'da miyiz biz gercekten diyecek kadar sasirttiran bir hizmet anlayisiyla karsi karsiya kalinca, affaladik dogrusu.. Normalde yirtinirsin birisini bulup da siparisini vermek icin.. 15 dakika icerisinde abartmiyorum en az 7 kere siparis vermek ister misiniz? Beklerken icecek birseyler ister misiniz diye soran oldu.. Belcika'da yasamayanlar tabii ki anlamaz benim ne demek istedigimi.. ama inanin, servis maalesef cok kotu buralarda, o yuzden boyle birseyle karsilasinca da dilimiz tutuldu.. hal hatir soran garsona bile dogru duzgun, kekelemeden cevap bile veremedik.. sasirdik valla daha ne diim :))))

Simdi Cook&Book haftanin 7 gunu acik bir kitapci ve cafe (hmm?? bu da ender rastlanilan seylerden biri belcika'da -yani pazar gunu acik dukkan bulmak). Menusu cok zengin degil ama bizim yedigimiz firinlanmis italyan ekmegi tostlari gayet guzeldi.. ve en onemlisi fiyat-miktar acisindan cok tatmin ediciydi sahsen benim icin :) Pazar gunleri saat 11'den itibaren de ic mekanda brunch varmis..

Hava guzelken disarida oturabileceginiz koskoca bir terasi var.. yani avlu diyeyim ben.. oturma secenekleri arasinda plaj sezlonglari bile var :) evet evet.. super bisi :))) zaten servis de boyle guler yuzlu olduktan sonra benim gonlumu fethetti bile Cook&Book.. Hatta soylemeden edemiyecegim.. Azcik usudugumu goren garson hemen battaniye getirmeyi teklif etti!!! Ben bu kadar ilgi alakaya alisik degilim valla, simaririm hemencecik.. kucuk dozlarda, alistira alistira iyi davranin diyesim geldi :D..

Neyse, yemegimizi yedik.. cayimizi, taze nane cayimizi, portakal suyumuzu ictiiiik ve haydi iceriye dalalim dedik.. abooooooooo bu nasil bir konsepttir!! bayildim tek kelimeyle

Bolum bolum, hepsi ayri bir konsepte sahip, birbirinin icinden gecmeli, akliniza ne gelirse satilan muthis bir kitapci (ivir zivir baabinda). Yukarida, pazar brunchlarinin oldugu sera bolumunun resmi.


Burasi ise, edebiyat bolumu.. butun bolumlerde oturacak masalar var.. (solda arkada konsepte super uyan, dizustu bilgisayariyla bisiler yapan birini gorebiliyorsunuz, valla konu mankeni gibi :))



Bir de ingilizce kitaplarin oldugu bir bolum var (en ust resim).

Gitmeyeniniz varsa, muhakkak gidin.. saatlerce kalinabilcek bir mekan yapmislar.. ben bundan sonra mudavimi olacagim sanki cook&book'un

Activite 3:

Aksama asya marketinden dim sum alinip (buharda pisirilen cin mantilari) , yanina da karidesli yengecli cin boregi alip bir guzel hint filmi esliginde yendi... tabii arada gruplara ayrilip birilerimiz lubnan filmine gitti, bazilarimiz asya marketindeki alisverisi yapti (evet kendimi feda ettim) veee Dhoom isimli bollywood aksiyon filmi seyredilmeye calisildi.. COK komik bir film cikti, bitiremedik valla...

Uzun lafin kisasi, butun bunlari asil ben Cook&Book'u methetmek icin yazdim..

COOK&BOOK'a GIDILECEK!!!

hepberaber:

" Cook&Book'a gidilecek!!!"

hah soyle :)


Wednesday, September 26, 2007

Nuit Blanche 2007

Bu cumartesi Bruksel'de beyaz gece duzenleniyor..

Neymis diye baktigimda bir suru kulturel aktivite buldugum ama birbirinden ilginc geldigi icin hepsini okuyup size ozetlememin pek zor oldugunu fark ettigim icin.. sadece adresini veriyorum.. bir de kisa bir bilgi :) Valla copy-paste yaptim alttaki linkten, ne yalan soyleyim :P Cok da guzel anltiyor iste...

Nuit Blanche 07 - Les Sept Peches de la Capitale


Bir de bu Nuits Blanches'larda butun dukkanlar (ozellikle rue neuve'den bahsedildi, geceyarisina kadar acik oluyormus-sanirim bazilarimiz sanatsal yanini birakip tuketim canavarina donusebilir boyle bir gecede :P)

Iste size bilgi:

Presentation

The Nuit Blanche concept

Nuit Blanche (which means “sleepless night” or “white night” in French), is a cultural event that is both artistic and popular. This sixth edition of the event aims at (re)discovering or (re)conquering this urban environment from a new perspective.

It is a night to get together, to share unusual and creative aspects of the contemporary creative scene in a warm and festive atmosphere that encourages discovery and wonder.

Nuit Blanche is aimed at opening up the city to the world of the night, by encouraging access to numerous places for a wide audience. This approach really is open to the city, to its inhabitants and to creativity.

Europe

Nuit Blanche throughout the world…

Other cities worldwide are organising their own Nuit Blanche or White Night, and the list keeps getting longer… Istanbul, Rio de Janeiro, Tokyo, Lisbon, New York, Toronto, Naples, Montreal.

…in Europe

The concept was born in Paris in 2002, with an intention to open up the City to the world of the night, and the idea quickly spread. Today, Rome, Madrid, Riga, Paris, Bucharest and Brussels have set up a Nuit Blanche Europe network. Six capitals work together to promote the influence and development of this initiative via artistic exchanges, and they have defined a joint vision of the event by drafting…

The “Nuits Blanches Europe” Charter:

1. Nuit Blanche is a free cultural event that is open to all, held annually at the end of summer or the beginning of autumn – and which will of course go on all night.

2. Nuit Blanche gives pride of place to contemporary creativity in all its forms: visual art, projections, installations, music, stage and street performers, circus and fairground arts.

3. Nuit Blanche presents all the different aspects of public space: places that are usually closed or abandoned, outlying areas, prestigious locations or places that form part of the city’s cultural heritage, revisited in an unusual way by the artists.

4. Nuit Blanche enables cities organising the event to reflect together upon current developments for urban nights, to implement suitable services and means of organisation (city economy, signs, lighting, security, services...).

5. Nuit Blanche provides a perfect opportunity to promote “soft” forms of mobility: encouraging cycle paths, the use of trams, public transport, river shuttles.

6. Nuit Blanche fosters exchanges between city centres and peripheral areas.

7. The Nuit Blanche Europe partner cities have decided that a joint artistic project will be carried out each year, with the aim of developing exchanges between the cities and between European artists and audiences.


Monday, September 24, 2007

Arabasiz Bruksel

Dun Bruksel'de arabasiz gundu :) Yani sabah 9 aksam 6 arasi butun motorlu tasitlara trafik kapatildi (toplu tasim araclari haric tabii).

Gecen sene de ayni organizasyon olmustu ama bu sene, herhalde Ilker'in rollerblade almasiyla da alakali, pek bir heveslendik bu arabasiz Bruksel sokaklarinda dolasmaya :) Cumbur cemaat (bu bizim icin 5 kisi demek :D) iki bisiklet, bir rollerblade ve bir de balkon muhabetiyle pek bir tadini cikardik dunku guzel havanin ve sessiz bruksel'in...

En komigi, bizden baska da balkondan gelip gecenlere laf atip dedikodu yapan da yoktu herhalde :P Genetik sanirim bazi seyler ;)

Dusunduk bir de, buna benzer birsey Istanbul'da da yapilsa nasil olur diye... Bir pazar gunu butun gun arabasiz olacak butun sehir :)) Aslinda cok guzel olacagina da inandik ama sanirim gene genetik mirasimizdan oturu, birazcik suyunu cikarip, her kose basinda bir mangal yakilirdi butun istanbul'da :) (valla benim de burada aklimdan gecmedi degil hani)

Bir sene boyunca binmedigimiz bisikletlerimizin pasini attik... attik atmasina da, benim bacaklar ve toto da isyan bayraklarini cekmisti aksam oldugunda :)

Friday, September 21, 2007

Fire Earth Water

Deepa Mehta'nin element uclemesini sonunda bitirebildik...

Fire, iki elti arasindaki lezbiyen iliskiyi ele aliyordu diyecegim ama cok yetersiz kalacak :(



Earth, Hindistan'in bagimsizlik surecindeki hindistan-pakistan bolunmesi ve nufus mubadelesini ele aliyor diyecegim, gene yetersiz kalacak :(


Water ise, yoksul dul kadinlarin zoraki yerlestirildikleri evi ve toplumdaki yerlerini dile getiriyor... (daha fazla bilgi vermiyorum hic bir film hakkinda, kendiniz seyredin :))

Ben her uc filmi de cok begendim, hatta dun Water'da agladim dersem bazilariniz hic sasirmaz :)
Sinirlerim bozuldu iste... Aslinda her uc filmde de sinirlerim bozuldu ama kotu anlamda degil.. yani Hindistan tuu kaka diyecek anlamda degil.. Her ne kadar filmleri sevmis olsam da bir orhan pamuk sendromu da hisseder gibi oldum :(

Filmler, tartismasiz cok guzel. Buna kesinlikle hic bir itirazim yok, ama neden bilmiyorum, batili dunya tarafindan kesin ovgu alacak tarzda filmler olmasi belki de, beni azcik rahatsiz etti... Hani kendi ulkene camur at, ulu orta elestir, o zaman kesin odul de alirsin, uluslararasi bir une de kavusursun olayi var ya, sanki bir yerlerde gizli sakli boyle bir amac da varmis gibi geldi bana... Yaniliyor olabilirim... Ama ilk iki filmi seyrettikten sonra bunu dusunmedim degil hani..

Bizler, yani "bati medeniyeti" tarafindan ovulunce hemen kendimizi cok onemli birsey basarmis gibi hisseden ulkelere mensup insanlar, nedense bu elestirme olayini bazen cok da gerektigi gibi yapamiyoruz gibime geliyor... Ben de sanki bilir kisi gibi konusmaya basladim :P

Demek istedigim, tabii ki herkes kendisini elestirmeli, mensubu oldugu toplumun aciklarini, eksiklerini dile getirmeli, daha iyiye dogru gitmesi icin acik konusulmali ama butun bunlari yaparken, bu mesajlari kendi toplumuna, kendi ulkesine vermeye calismali... Ayni dilden konusmali kendi halkiyla.. O zaman bana kalirsa topumsal elestiri bir yerlere ulasir ve belki hemen olmaz ama birilerininin kulagina takilir ve zamanla bazi seyler degismeye baslar... Evet, malesef hersey oyle bir gunde degismiyor :(

Dogunun gelenek ve gorenekleri bati dunyasina gore cok daha derin bir yere sahip gunluk hayatta, bunun elestirisini de gerektiginde yapmak lazim ama kendi dilinde, kendi insaninin anlayacagi sekilde, benim tek derdim bu... Belki yanlisdir, nasil olsa AB'ye girelim diye coktandir yapmamiz gereken seyleri yeni yeni AB istiyor diye yapmaya kalkisiyoruz ya.. belki de benim soylediklerimin de o yuzden hic bir anlami yoktur gunumuzde.. belki daha (hatta eminim) o olgunluga ulasamadik toplum olarak.. kendi kendimizi elestirip, kendi hatalarimizi, eksiklerimizi basklari disaridan soylemeden duzeltmeye calistigimiz yok ki... Hindistanin da bizden cok farkli oldugunu dusunmuyorum acikcasi.. yaniliyor olabilirim tabii..

Hmm.. evet, uzun zamandir dusundurten film seyretmedigim icin kaptirdim kendimi gidiyorum :)

Son olarak, her uc filmin muzikleri de benim cok basarili buldugum ve neredeyse seyrettigim butun bollywood filmlerinin muzigini yapan buyuk usta A. R. Rahman'a aitti... Hele Fire'in muzigini Buddha Bar'da herkes dinlemistir :)

Monday, September 17, 2007

Canım çok sıkkın

Bir Of çeksem şu karşıki dağlara

Of Oooooof!!

(dağ bile yok ayol!! çeksem çeksem ofumu ancak karşıki gölete çekerim!!)

Rahatladım mı? Hayır :(

Gene bu okul işi çok canımı sıktı ...

Master başvurum eksik belge gerekçesiyle geri döndü, seneye gene gelin diyorlar bir de.. eksik belge dedikleri de... hay allahım bozmicam ağzımı bozmicam işte... töbe töbe... eksik belge benim zaten veremeyeceğim belgeler olması da çok ilginç, yani durumum itibarıyla sunamayacağım belgeler, mesela son çalıştığınız yerlerden çalıştığınıza dair belge (öhö öhö!! Ulan 3 senede 4 fraklı yere taşındık durduk, ne çalışması be adam diyesim gelio, ki dedim de ama bak hala cevap veren yok bana!!)

Bu cevap verme olayı da bir enteresanmış, ararsın telefonla bir kere direk azar yersin bi güzel.. Aaa telefonla aramakta neymiş, mail atsaymışım ya diye... e peki öyle olsun... Mail atarsın, tık yok.. e gene bir arasın, bir kere daha azarlanırsın (sus aslı sus.. sinirlenme, herşeye rağmen işinin hallolmasını istiyorsan köprüleri yakma.. gülümse, şirinlik yap :P maymuna dön!!!)
Bu sefer peki tamam dersin, mailimi ele alıp değerlendirdiklerinde bana cvp yazarlar veya ararlar ne de olsa dersin (çok mu iyimserim anlamıyorum??) Bir bakarsın aradan bir hafta geçmiş, e çoktan bir cevap gelmeliydi, olumlu ya da olumsuz, iş ahlakı vs dersin, en azından aldım mailinizi dosyanızı incelyorum gbi bir cvp beklersin... Ama yok, cvp mvp yok, e ama aramiim da napiim derken, gene ararsın tabii ki... "Aradığınız kişi, telefonla görüşme yapmıyor" gibi salak bir cevap alırsın bu sefer de... O zaman bir randevu alayım ben dersin, lütfen çok acil ve önemli olduğunu da şu şu sebepten dolayı yazarsanız çok sevinirim dersiniz.. telefondaki kişi randevuları ben vermiyorum ben sadece randevu istediğinizi kendisine ileticem der.. kala kalırsınız.. bana mail ile kısa bi cvp bile vermeyen mi randevu verecek en kısa zamada bana?? Hadi bakalım.. ben gene iyi niyetimi bozmayayım, işi çoktur (nasıl da anlayışlıyım aman aman) ne de olsa akşam 4'e kadar çok çalışıyorlar, yazık...

OOOoooof ooooof çekesim geldi bir kere daha!!

Ben anladım, sanırım çok zorlandım bunu anlayana kadar (?!) Ne de olsa burası belçika, hak hukuk ülkesi, benim hakkım da güme gitmez ya, sonuna kadar korunur ve kollanır herkesin hakkı dimi burada.. E o yüzden, baştan savılıyorum gibi bir hisse kapılmadım... Kayıtlar bitecek, dersler başlicak, yok canım, eninde sonunda bana tam zamanında cvp verirler dimi..? Yoksa vermezler mi? burası hak hukuk ülkesi değil mi? Hakkımı sonuna kadar ararken ben mi kayboldum yoksa bir yerlerde???

Canım çok sıkkın çoooooooooooooook... haykıracağım şimdi!!!!!!



Thursday, August 30, 2007

Yaktin bizi Fenerbahce


Dun aksamki Anderlecht-Fenerbahce macindan bir goruntu :) Her ne kadar Fenerli olmasamda cok zevk aldim mactan, ortamdan, stad'dan seyretmekten veeeee tezahurattan (evet evet "en buyuk FB!" diye bagirdim sanirsam... utaniyorum valla... ama napiim cok eglenceliymis :P.... GS de gelsin ona daha bi icten tezahuratta bulunuruz, ilkerden de soz aldim, o da bagircakmis GS macinda :D )



Neyse, efendim teknik acidan FB cok iyi bir oyun cikarmadi dun aksam ama gene de galip geldi, e Anderlecht cok guclu bir takim degildi aslinda (nasssi da birden teknik direktor moduna girdim vay beee :D ehehehe)

Macin bitisine yakin tribunlerde olay cikti, yenilgiden oturu anderlecht taraftarlari bizim fenebahce taraftarlarina satastilar.. sonra onlar bi kendi kendilerine polisle giristiler bir guzel.. ama olan bize oldu.. bizim biletler anderlecht tribununde "kurtarilmis bolge" misali etrafi guvenlikcilerle cevrilmis sekilde bir alandaydi... ikinci golden sonra altimizda oturan anderlecht taraftarlari bize diklenir gibi oldular, aman susun cocuklar dendi e susutuk bizde ama aralarinda boyle sizi cikista dovecegiz, kelle kesecegiz hareketleri yapanlar da cikti anderlechtliler arasindan... hmmm, sanirim niyetleri ciddiydi.. mactan sonra epey bir bekledik staddan cikabilmek icin.. disarida kavga cikmis vs.. ciktigimizda da adeta butun brukselin polis teskilati bizi korumak icin ordaydi :D

Neyse ikinci macimdi bu.. cok eglendim..kayinvalidemle karar verdik, kombine bilet alicaz :P

Tuesday, August 21, 2007

Marc'ın Coleslaw tarifi

Bir önceki yazımda Marc'ın coleslaw salatasından bahsetmiştim, hani tarifini bulamadığım için vermediğim salata :)

Coleslaw
-1 kırmızı lahana (1/4'ü kullanılıyor)
-1 beyaz lahana (1/4'ü kullanılıyor)
-1 büyük yeşil elma (minik minik kesilmiş)
-1 paket kuru cranberry (180gr) = kızılcığa benziyen bir tür bögürtlen türüymüş...mayhoş bir tadı var, belki kuru mürdüm eriği de kullanılabilir??

Sos:
1/2 cup mayonez,
2 yemek kaşığı cidre (elma şarabı) sirkesi,
1/2 tatlı kaşığı toz şeker,
2 yemek kaşığı süt
1 yemek kaşığı öğütülmüş kereviz tohumu (celery seeds)

Bütün malzemeleri büyük bir kapta karıştır, sosunu ekle ve bir gece buzdolabında beklet..

****

Ben henüz tarifi denemedim ve eminim denerken de bulamadığım malzemeleri başkalarıyla telafi edeceğim.. Ama kendim yapmadan önce de tarifi orijinal haliyle yazmak istedim.. elinizin altında bütün malzemeler varsa ne ala :)

Afiyet şeker olsun :)


Friday, August 17, 2007

Gene uzuun bir yazı olacak gibi

Efendim tekrar hoşgeldiniz :)

Ben gene herşeyi parti parti yazacağıma, biriktirdim ve gene ortaya karışık bir meyve sepeti milasi hazırlayıp geldim yanınıza... hani şu yanar dönerlerden işte :P


Bugünkü meyve septimizde nerler mi var? yok yok valla :D

Efendim önce bir atasözü analizi yapacağız, sonracıma bir salata tarifi vereceğim sizlere, bitirmek için de bügünkü mutluluğumu paylaşacağım işte :) Yetmez mi? Daha iyisi Şam'da kaysı derler valla :D


1/ KOYUNUN OLMADIĞI YERDE KEÇİYE ABDURRAHMAN ÇELEBİ DERLER



Bu atasözümüzü sanırım çoğumuz duymuşuzdur, pek de güzel ve havalı bir atasözü bence :) Favorilerim arasındadır yani.. (Evet yukarıdaki Abdurrahman Çelebi keçimi Selçuk Erdem'in bir karikatürüne bakarak çizdim.. tam bir Selçuk Erdem Keçi bakışı ve tipi olmuş, Selçuk Erdem'e de sagılarımı iletirim bu vesileyle :) Yoksa bende gizli bir yetenek mi var acep??? :)) Hmm, bir de yukarıdaki resmi scanleyip koymaya çok üşendiğim için, kusura bakmayın fotosunu çekip koydum... evet çok güzel olmadı biliyorum :(

Herneyse, konumuz koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi denmesiydi... Şimdi bu atasözü ne demektir? Bu demektir ki, bir işin ehlisinin olmadığı yerde veya kabul gören 1. sınıf herhangi bir şeyin olmadığı yerde, yedeklerinin birden işin ehlisi pozuna girmeleridir..

Hemen size bir örnek vereyim... Efendime söyliim, mesela İlker'in olmadığı bir zaman (kayınvalidemlerin evinde mesela), benim birden bire teknoloji uzmanı kesilmem gibi birşey.. :D Bütün bilgisayar sorunlarının bana sorulması ve benim de bildiğim derecede, sanki herşeyi bilyormuşum havasıyla çözmem demek, e bu da benim bir abdurrahman çelebi olmam için yeter de artar bile.. kayınvalidem de beni teknoloji ustası sanıyor işte :) (= abdi çelebi ;) kapiş??)

Hemen başka bir örnek vereyim size... Geçenlerde türk mahallesinde kuaför ararken, bir tane açık bulduk ve acil bir işimiz olduğu için ve nasıl olsa türk kuaförü bu, herhangi bir belçika kuaföründen çok daha beceriklidir düşüncesiyle içeri girdik.. ( niçin herhangi bir belçika kuaföründen iyidir diyorum? çünkü bizim kuaförler çıraklıktan itibaren saçlarla uğraşıyorlar, e düşünün bakalım bir tane kuaförün eğitimden geçip kuaförlük yapmasını, diğerinin ise 10 senedir günde 10 saat saçlarla haşır neşir olmasını.. bizzat denenmiş ve onaylanmış bir düşüncedir bu benimkisi, ha tabii hiç yok mudur okullu olupta bizim kuaförlere taş çıkartacak?? Tabii ki vardır ama ben daha tanışmadın.. hmm, belki de bir saç kesimi 90 euro olduğu için uzun bir süre daha tanışmayacağım... )

Neyse, gene parantezim çok uzun oldu, ben en iyisi koyunuma ve keçime geri döneyim.. Evet efendim, şimdi biz gittik, şahsına münasır bu güzel kuaförün koltuğuna oturduk.. O ne hava, o ne ukelalık? Valla, bu böyleyse herhalde haklı bir gurur taşıdığındandır dedik ve saçlarımızı (kayınvalidemin) ık mık diye diye kuaförümüze emanet etti.. Ik mık diyerek diyorum çünkü annem ne zaman bak şuna dikkat et benim saçım şöyledir böyledir, bak lütfen çok koyu olmasın, lütfen desede; hazır cevap kuaförümüz daha fazla konuşmasına izin vermeden her seferinde azarlıyarak mı desem, yoksa kendine çok güveniyordu da ondan mı çok kısa ve sert şekilde desem, yani uzun lafın kısası : annemi susturdu işte... "Ben işimi biliyorum, karışmayın lütfen aaa" dediğini, kelimelerle olmasa da biz gene de mesjı aldık ve sustuk...

Sonuçta kuaför türk, en basitinden arada birbirimizi anlamama gibi bir derdimiz olamazdı... bizi sustursa da, kızsa da sonuçta söylediklerimizi de dikkate elbette alacaktır.. işi bu, ama tarzı da böyleymiş işte diye düşündük... Du bakalım dedik...

Beklerken, azcık konuşmak da nasip oldu, kısa ve net cevaplar alarak, pek tek taraflı gözüken bir sohbet edebildik gene de... Bir senedir buradaymış, türkiye'de de kuaförmüş... Empati kuralım dedik, burada yardımcısı olmadığı için işinin daha da zor olduğunu bir şekilde söyleyebildik, ama... çıraklık müesesesinin türkiye'de insan haklarının olmadığının bir göstergesi olduğu cevabını da aldık, e biz de sustuk...

Annemin saçı nasıl oldu derseniz? Kötünün iyisi diyim ben size.. ama tabii şimdi annemin kuaföre gittiğindeki saçından da bahsetmek isterdim ama, aslında bu konuya büsbütün bir YASAK getirilmesine rağmen, asi gelin ben, en azından abdurrahman çelebi bölümünü isim vermeden yazmak istedim.. ( Annemin saçı kızıl iken, koyu kahve oldu (kendi hatamızdan dolayı), kuaförden çıkınca da meçli siyah oldu. Bu kadar bilgi size yeter.)

Şimdi bu hikayedeki Abdurrahman Çelebi'yi bulamıyorsanız ben size, bu atasözünü tam da kavramış değilsiniz henüz diyecem.. evde iyice çalışın, sonra gelin bir daha okuyun hikayeyi :)

Koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derlermiş.. Konu kapandı..


2/ MARC'IN ANNESİNİN COLESLAW SALATASI



Geçen hafta sonu, amerikalı arkadaşlarımızda mangala davetliydik.. İlker gene dayanamadı ve kendi şişimizi marine ederek götürdük.. Evet benim bey terbiye işinde baya başarılı.. oh, ben de pek memnunum bu durumdan :))) ama valla çok güzel terbiyeleri, valla :)

Herneyse, süper gözüken bir lahana salatası vardı masada :) Amerikalıların Coleslaw salataları işte.. Ama bu sefer daha bir farklıydı (e ben birtek KFC'dekileri biliyorum napiim? başka kıyas yapacak yerim yok yani) Salatayı Marc kendisi yapmış, annesinin tarifine sadık kalarak.. Valla çok lezzetliydi.. hemen aldım tarifi, hatta özellikle bloga koyacağım dedim :))


ÖÖööö, tarifi bulamıyorum.... Aaaa, delircem!! Elimdeydi daha geçen gün.. Ooff yaa..
Tamam, şimdi resim ile idare edin.. ben size tarifi bulur bulmaz vericem..

3/EVERYDAY MINERALS




Efendim, şimdi benim daha önce bahsettiğim bir güzellik forumu vardı hani, itsbeauty.com diye.. işte orada çok beğenilen mineral makyajlar hakkında bir sürü şey öğrendim.. Benim bildiğim Bare Escentuals vardı, ama bir türlü para ve zamanı denk getirip birşey ısmarlıyamamıştım.. ya da Lille'e gidip Sephora'dan alamamıştım işte.. Derken, forumda bir de Everyday Minerals'dan bahsedilmeye başlandı, hatta toksik mineral vs derken, yazılanlara göre Bare markasındaki bir mineral bazı ciltlerde hassasiyet yaratabiliyormuş. Everyday ise bu minerali kullanmıyormuş ürünlerinde... Neyse, benim cilt maşallah her birşeye pek bir dayanıklıdır.. tü tü tü, nazar değmesin şimdi.. yani eksik olmasın ona çektirdiklerime rağmen hep beni mutlu etti bugüne kadar.. (söz sana daha iyi bakacağım, haftalık bakımlarını eksik etmiyciiim ;))

Neyse, ben de bir girdim sitelerine, bedavaya bir de deneme boyu setlerini ısmarladım(sadece posta parasını siz ödüyorsunuz), bir haftada elime ulaştı hatta :) Hmm, bir de belirtmeden edemiyeceğim, iki marka arasında baya bir fiyat farkı da var hani.. çaktırmayın ;) Ben bu deneme boyundaki ürünleri çok sevdim... Valla tam bir ritüel oluyor bu mineral makyajı kullanmak, uyarmadı demeyin... İlker de bugün dalga geçiyordu benimle, tam bir kimyager havsında elinde küçük kapları, birşeyleri karıştırıyor bizim hatun diye :)

Ama harbiden çok sevdim, tatildeyken bir de dayanamadım, başka bir setini annemlerin adresine ısmarladım, orada hemen denerim diye.. ama gel gör ki benim sipariş ya türk postasında kayboldu ya da apartmanda biri paketi aldı götürdü... birşey oldu ama ne oldu ben de bilemiyorum.. Yazdım ben de Everyday Minerals'a, böyle böyle bekliyorum hala, gelen giden yok diye.. Hemen ertesi gün bir cevap, gümrükte belki bir sorun olmuştur diye... İsterseniz size para iadesi yapabiliriz veya siparişinizi bir daha yollayabiliriz diye de eklemişler :) Valla Rekabetçi ortamları çok seviyorum ben :) Müşteri hep kral oluyor... Valla yollayın dedim, ama bu sefer Brüksel adresime lütfen dedim.. .veeeeeeee bugün geldi :)))))))
Çok güzel çoook... :D sabah sabah hemen sürdüm, dayanamadım valla :))) bir de hediye koymuşlar içine, bir göz farı çok hoş bir mürdüm-siyahımsı bir renk, ışıl ışıl.. bir de bir allık Waffle Cone diye :)

Yani bugün çok mutlu oldum kısaca



Bi de, bi de, bi de.... Bizim artık türk televizyonlarımız vaaaaar :) o da ayrı bir multuluk kaynağı oldu bu hafta :)))



Valla kendimi şımartılmış bir çocuk gibi hissediyorum şu an.. gidip biraz kendime geliim (ütü yapiim da kül kedisi moduma geri döneyim ben en iyisi.. ama ama artık türk kanallarını açıp ütü yapma lüksüne sahibim :D heyooooo.. kim korkar artık bir haftalık ütüden :P)


TV karşısında ütü beni bekler :)
Kalın sağlıcakla...

Saturday, August 11, 2007

Kereviz Sapi ve Blue Cheese'li corba


Gecenlerde aldigim kerevizi herzamanki gibi zeytinyagli olarak pisirdim, ama bu sefer kerevizi sapiyla sattiklari icin, saplar oylece kaldi.. neye kullanirsin, nasil pisirirsin??
Corba olarak pisirelim dedik kayinvalidemle ama ben gene bi internetten tarif bakayim derken, super bir kereviz sapi corbasina denk geldim.. Valla su internet olmasa halimiz perisan :(

Yukaridaki resim cok guzel cikmamis, hele benim azcik burusuk olan amerikan servislerim cok kotu cikmis :(
Daha guzel resimleri de cekecez insallah.. Ogreniyoruz iste.. E ama bir cep telefonuyla da ancak bu kadar cekilir aslinda, dimi ama ?


Mavi peynirli kereviz sapi corbasi
3-4 kisilik

- bir kerevizin saplari, yikanmis, temizlenmis ve ince ince dogranmis
- 1 orta boy patates, soyulmus ve kup kup kesilmis
- 1 orta boy sogan, ince ince dogranmis
- 1-1.5 litre su, icine bir tavuk bulyon veya bir sebze bulyon eklenebilir.. evde hazir tavuk suyunuz varsa cok daha guzel olur eminim
-1/2 paket mavi peynir (danish blue-mavi danimarka peyniri, bleu d'auvergne- mavi auvergne bolgesi peyniri veya roquefort- rokfor peyniri kullanilabilir)
- 1/2 kutu krema (150gr'lik paketin)
- bir yemek kasigi tereyag
- tuz, karabiber

1/ Bir orta boy tencerede terayagini erit ve kerevizleri, sogani ve patatesi once bir sotele, ardindan, atesi en kisik ayara getir ve tencerenin ustunu kapatarak 10 dakika pisir (alti tutmayacak bir tencere olmasi onerilir :D)

2/ Atesi yukselt, ve corbanin 1-1.5 litrelik bulyonlu sicak suyunu ekle, once bir fokurdat, sonra orta ateste ustu kapali 30 dakika pisir. Eger sebzeler hala diriyse, pisirmeye devam et...

3/ Tencereyi atesten al ve mavi peyniri corbaya ekle, el blenderiyla corbayi sivilastir.

4/ Servisten hemen once tabaklara veya tencereye kremayi ekle, tabaklara eklenirse kremaya sekil vererek, corba suslenebilir.. ben unuttum yapmayi :(


Sicak sicak servis edin, afiyet seker olsun...

Gercekten de cok guzel bir corba oldu, ekmek banip yencek kadar guzeldi..
Ahahaah :D aslinda asil ilker'in yemesi cok onemliydi... sebze sevmeyen kisi, mmm diye diye sildi supurdu tabagini :)



Tuesday, August 7, 2007

Milliyet: Biri Ruslara Turkiye'yi anlatsin :)

Okudugumda hic de biri bu ruslara Turkiye'yi anlatsin degil, biri turklere aslinda ne kadar da guzel bir memlekette yasadigimizi hatirlatsin diye duyusundugum Milliyet'te cikan bir yaziydi bu..

Belki de son zamanlarda sikca sohbet konularimizin sovyet zamani Bulgaristan ve Rusya etrafinda donmesinden dolayi da, boyle bir nostalji de olmadim degil hani..

Cok degisik ve gozlerimizi yerinden cikaracak yasanmis olaylari tekrar tekrar dinledik ve anlattik su son gunlerde misafirlerimizle (Kayinvalidem ve Kayinpederim :) ). Her yeni sohbete yeni hikayeler de eklendi.. Gercekten de bunlarin hepsi yazilmali, ama nerden baslayacagim, nasil bagliyacagim, su saate dusunebilecegim konular degil valla :(

Okumayanlar varsa, alttaki haber valla insani soyle bir gulumsettiriyor ardindan da vay be koskoca rusya bu hallere dusucek memleket miydi yaw?? diye de dusundurtuyor..


****

Biri Ruslara Türkiye'yi anlatsın!

Rusya'da e-mail'den e-mail'e dolaşan "Türkiye'de yaşamak için 37 neden" başlıklı yazı Türklerin gururunu okşasa da, gerçekliği Türkiye'yi görenler arasında tartışma konusu oldu
Cenk Başlamış

Rusya'daki internet sitelerinde dolaşan "Türkiye'de yaşamak için 37 neden" başlıklı bir yazı tartışma yarattı. Yazı, kimliği bilinmeyen bir Rusun gözüyle Türkiye'de yaşamanın olumlu yanlarını anlatıyor. Aslında Rusya'yı eleştirmek için yazıldığı sanılan yazı, Türkiye'yi bilen Ruslar tarafından ise "gerçekten çok uzak" bulunuyor. "turkey.ru" sitesinde de yer alan "Türkiye'de yaşamak için 37 neden" şöyle:
1) Duvarlarında küfürlü yazılar yok.
2) Yılın 340 günü güneşli.
3) Kış olmadığı için her sene kışlık elbise ve ayakkabı almaya gerek yok.
4) Dört yanı sıcak denizlerle çevrili.
5) Her zaman taze sebze ve meyve var.
6) Rusya'daki külüstür daireyi satıp Antalya'da 100 metrekarelik ev almak mümkün.
7) Asık yüzlü Rus turistler dışında, insanları güler yüzlü ve nazik.
8) İnsanı bezdiren evsizler, yoksullar ve çingeneler yok.
9) Çalılıklar arasından alkolikler ve uyuşturucu kullananlar çıkmıyor. Evlerin girişi temiz.
10) Uyuşturucu kullananlarla satanları hapse atıyorlar.
11) Komünistlerle faşistler elde bayrak dolaşmıyor.
12) Pencereden bakınca deniz ve dağlar görülüyor, elinde gamalı haç olan dazlak gençler değil.
13) Votka değil, lale ülkesi.
14) Kurallara uymayan sirenli Mercedesler yok.
15) Doğaüstü yetenekli olduğunu iddia edenler yok.
16) Nüfus sorununu Çinliler ve Özbeklerle çözmüyorlar.
17) Sarhoş sürücüleri hapse atıp ehliyetine el koyuyorlar.
18) Suç oranı her yıl iki kat artmıyor.
19) Üniversiteye evlenmek ya da askerden kaçmak için değil, topluma faydalı bir meslek edinmek için gidiyorlar.
20) Doktorlarla öğretmenlere saygı duyuyorlar.
21) Ekranda beş dakikada bir kepek şampuanı ve kanatlı kadın bağı reklamı yok.
22) Yol sorana küfür etmiyorlar.
23) Sözde emeklilik reformu yok.
24) Valiler ve belediye başkanları insanları öldürmüyor, rüşvet almıyor.
25) Kadınlar erkeklerden tembel ve ayyaş diye söz etmiyor.
26) Erkekler yukarıdaki sıfatları hak etmek için uğraşmıyor.
27) Vatandaşlar yasalar önünde eşit. Polis felsefe profesörünün cebindeki parayı almıyor.
28) Çocuklara yarı tanrı gibi davranıyorlar.
29) Seri katiller yok.
30) Nehirler mikrop yuvası değil.
31) Patika değil, gerçek yollar var.
32) Domuz yemiyorlar.
33) AIDS'li ve veremli sayısı Afrika'dakinden çok değil.
34) Sokakları güvenli, üç kuruş için adam kesmiyorlar.
35) Ticarette rakipler birbirlerini öldürtmüyor.
36) Hakkını aramak için haydutlara gitmek gerekmiyor.
37) En önemlisi, başka bir Tanrıya inansalar da Türkiye'de iman var.

Thursday, August 2, 2007

Tiramisu a la Francesca

Buket arkadasimin sabirsizligindan oturu, bir de tarifi zaten blog'a yazma istegimden dolayi alelacele tarifi yaziyorum ilk asamada.. Bu lezzeti paylasmazsam olmazdi.. Acele ettirilmeseydim :), ben de etmeseydim, ki sonra eger unutmazsam cekmeyi, tiramisumun resmini de koyacaktim... ama simdilik buzdolabinda yenmeyi bekliyor :)

Bu tarifi, cok guzel yemek yapan bir italyan arkadasimizdan aldim, evet ismi Francesca :)

Bazilarimizin cig yumurtaya karsi tutumu farkli oluyor.. ama benim yedigim en guzel tiramisu da budur valla.. yapcak bisi yok :(


Tiramisu:

3 taze yumurta (sarilari ve beyazlari ayiralim)
7-8 yemek kasigi beyaz toz seker
500 gr mascarpone peyniri
400 gr kedi dili biskuvisi
buyuk bir kupa sade kahve (sogumasi ve kedi dillerini batirmak icin yayvan bir kaseye koyulabilir)
suslemek icin kakao veya kahve

1/Kahvemizi yapip, sogumaya birakalim

2/Genisce bir kasede yumurtanin sarilarini, sekerle beraber iyice cirpalim
iyice cirpilmis seker ve yumurtaya, mascarpone peynirini ekleyerek karistiralim

3/Ayri bir kapta yumurtanin beyazlarini kopurtelim

4/Seker, yumurta ve peynir karisimina kopurttugumuz yumurta beyazlarini ekleyip karistiralim.

5/Eger tek kisilik porsiyonlar yapilcaksa, genis ve yayvan sampanya kadehlerinde cok sik oluyor, buna gore de kedi dillerini bardaga uyacak sekilde kesip, onlu arkali hizlica kahveye batirip bir sira kedi dili yerlestirin butun bardaklariniza
- Eger buyuk bir borcam kullanacaksaniz bir sira onlu arkali kahveye batirilmis (hizlica, cok batirmayin micik micik olup eriyor sonra) kedi dillerinizi borcama yerlestirin.

6/Birinci sira kahveli kedi dillerimizin ustune hazirladigimiz kremayi dokun, kedi dillerini kapatacak sekilde.

7/ Ikinci sira kahveli kedi dillerimizi yerlestirelim ve gene bitince ustune kremadan dokelim, kedi dillerini saklayacak sekilde.

En az 2-3 saat buzdolabinda beklemeli..


Ustune kakao veya kahve serpistirerek servis edelim


Afiyet seker olsun :P

Monday, July 30, 2007

Tayland III - Bangkok 2/2

Tayland yazısının son bölümü.. Yazı biter, Tayland bitmez :D

Anlatılacak o kadar çok şey var ki.. bunlar sadece akılma gelen ve paylaşmak istediğim Bangkok'un gezilecek ve görülecek güzellikleri.. Asıl güzelliği size orada yaşattığı huzur ile veriyor Tayland bence :) Hiç düşünmeden hemen gidip taşınacağim yegane yer
(yok be, ben aslında heryere hiç düşünmeden gidip taşınırmışım gibime geliyor.. hmm?? ama yok yok.. tayland bir başka benim gönlümde) :)

Buyrun efendim:



-Bangkok’a gelip de gitmedim derseniz utanın diyeceğim iki Wat var (mabet), biri Grand Palace Wat Phra Kao (the zümrüt buddha'nin mekanı)


- Diğeri de Wat Po veya geleneksel tay masaj okulunun bulunduğu yer diyeyim ben size daha bir çekici gelsin :D (bir de tabii meşhur yatan buddha heykellinin ev sahibi)

Bir rehber tutun yoksa sıkılırsınız, bön bön dolaşıp "amaaan hepsi birbirine benzio bunların" dersiniz

-Mimariden hoşlanan arkadaşlar geleneksel tay evini müzeye çevrildiği, meşhur Jim Thompson'un evini de gezsinler. (Jim Thompson eski bir CİA ajanı olup işi gücü bırakıp Tayland’a yerleşir ve geleneksel tay ipeğini dünyaya tanıtır..sonra bir gün Malezya yakınında, ormanda piknik yaparkene birden ortadan kaybolur.. hala birileri aslanlar yedi der diğerleri ise kayıplara karıştı iste der.. ama kesin olan Jim thompson dünyaca ünlendirir tay ipeğini.. çok güzel dükkanları var.. kesin minik de olsa bişi alin oradan :) eğer bavulunuzda yeriniz varsa.. kemküm.. masraf kapısı, baştan çıkarıcı kötü arkadaş aslı'nın önerisi : ipek battaniyelerinden alın bir tane.. yumuşacıklar, inanilmaz güzel renklerde var... e ipek bir battaniye için de fiyatı da gayet makul aslında.. hmm benim blog kocalar tarafından yasaklanılcak yakında.. böle habire yeni masraf kapılarıdan bahsediyorum.. olmaz valla.. tam kötü arkadaş >:(

En azından azcık pazar alışverişinden bahsedelim de, nerden kurtarırsak kardır diyelim :D

-Chatuchak Weekend market- hafta sonu iğne atsan yere düşmicek bir yer.. süper bir pazar.. bir gün yetmez gezmeye.. disarda dükkanlarda bulabileceğiniz herşey burada da satılıyor, yari fiyatına (hatta toptancısı burası).. çok keyifli.. ama baya yorucu bir pazar.. çiçekten tut horozuna kadar herşey satılıyor.. alışveriş için değil sırf gezmek ve görmek için gidilmeli zaten (nasıl? azcık kurtarır gibi oldum dimi sizi masraftan :D) Aslında Çatuçak hakkında kitap yazılır valla.. cüzdanınıza dikkat edin mesela en basitinden :)

-Wat arun, gene bir mabet ama ben bir kere gittikten sonra gelen misafirleri götürmedim hiç.. Belki siz daha çok seversiniz.. (nehrin diger tarafinda)

-Chao Phraya nehrinde bot turu.. Ya halk gibi dolmuş botlara binip sağa sola gidin mesela (alttak resim tipik tay botlarından-dolmuş bot değil ama).. anlamsız ama keyifli bir gezi oluyor, zaten iki kuruş (7 baht mı neydi?). Ya da mesela Sheraton veya Shangri-La'nin gemisiyle, nehirde gezerken açık büfe aksam yemeğii de yiyin.. çok keyifli bagkok'u gece nehirden seyretmek ama daha pahalı tabii (1500baht falandı yani 30-40usd gene) :)) bu botların daha ucuzları da var.. kaldığınız otelde size bu konuda yardımcı olurlar..

-Günübirlik bir turla Ayutthaya'ya gidin (UNESCO dünya mirası)..İyi bir turla gidin ki rehber güzel güzel anlatsın.. Genelde sabah otobüsle gidip öğleden sonra botla nehir yoluyla donuluyor.. bu da güzel bir deneyim oluyor.. Otellerin gene böyle turları vardır en kotu başka bir tur ayarlarlar. Gene Sheraton ve diğer lüks otellerin turları hiç bir aksaklık olmadan keyif ve güven verici bir gezi sunmaktadırlar. (ankara'da çok güzel ayutthaya fotoğraflarım vardı aslında.. belki bir dahaki gidişimde bütün albümlerimi toplayıp gelirim, bu yazıya da eklerim daha sonra)

**** Ben bole lüks otellerden bahsediyorum ama ben dünyanın hiç bir yerinde bu lüks hizmetleri bu kadar ucuza görmedim, o yüzden fırsat bulmuşken yararlanmak lazım aaa :P .. Siz nerde gördünüz Çırağan’da 40dolara acık büfe “international”. Yemek ??? yani burjuva takilmioz.. “affordable” lüküs bunlar :D yapmazsan dövüyorlar eheheh..****

-Patpong meşhur batakhane, daha fazka detaya inmeme gerek yok sanırım :) İsmi yeter kendini anlatmaya ama tabii ki gezmeye değer.. bir de oradaki gece pazarından bişi almayın.. çoook kazık :( (vaay bir de kendi internet sitesi varmış patpong'un :)

-Evet bir de Alkazar Show var.. e tabii bir görmek lazım... dudak uçuklatıyor...kompleks yaratıyor.. gıcık olunuyor, ya da topukları vura vura kaçılıyor eheheh :D Ne mi bu show? Ozelliği gösterinin tamamen travestiler tarafından yapılması :) Valla senden benden güzelleri var, ne yalan söyleyim.. Neyse..

-Suan Luam Night bazar, patpong gece pazarına alternatif olarak devletin yaptığı bir pazar ama çok keyifli, nezih..güzel güzel yemek de yeniyor..bira da içiliyor..Show da seyrediliyor (yerel halka hitap eden)

-Simdi herkesin bayıldığı bir floating market var..sanırım ben çok fazla gittiğim için ve bu marketin hakikaten ticarete dönmüş olduğunu gördüğüm için çok haz almıyorum. ama her giden seviyor..gidiş geliş bir saat öngörün..öğlen kapaniyor o yüzden sabah erken çıkmak lazım.

-SeaFood Market.. sahtelerinden kaçının.. Kocamaaaan bir deniz mahsulleri süpermarketi..alıyorsun yiyeceğini, ödüyorsun kasaya.. Sonra da sunu bole- bunu bole pişir diyorsun :)) iki dakikada pişiriyorlar...oooh mis gibi yiyorsun.. keşke TR’de de bole bişi olsa.. hep bir Türk gruba rastlanılıyor orada bir de çok komik :))) (dahiyane fikirlerimizden biri de rakı satmaktı orada )

-Metropolis sinemasi.. World Trade center ya da yeni adıyla Central Plaza'nin karsısındaki sinema.. simdi ismini unuttum ama galiba emperor seat idi.. 300baht'a (8usd) LazY boy kocamaaaaan kompile yatan koltukta film keyfi :))) ben başka ne isteyebilirim ki??? :D Bir de şekerli patlamış mısır oooh.. bu servise dahil battaniye ve yastık da veriyorlar :)) Bir de ayağına kadar hizmet.. Kolan ve mısırını pıtı pıtı getirip yanındaki küçük sehpaya koyuyorlar.. Ben bunu gördükten sonra başka sinemaları beğenebilir miyim hiç? Bir de genelde sinemalarda aşıklar için iki kişilik kotuklar da var :) ooh, rahat rahat sarılıp seyredin filminizi işte :)


-Tayland/ Bangkok’un alışveriş cenneti olduğunu söylemeden de geçemicimmm

Elektronik için Pantip plaza.. her şey var :)) Hem kapalı mekan (yani klimalı püfür püfür :)) Diğer meşhur alışveriş yerleri: MBK, Central Plaza, Naraya Phan, Central Chitlom, Emporium, Central Lad Prao ve unuttuğum daha bir sürü mekan..

Unuttuğum çok şey vardır muhtemelen... Anlat anlat bitmez Bangkok. Tabii herkes Bangkok'u sevecek diye de birşey yok, ama işte.. sevilmeyecek gibi değil yahuuuuu :D
Biraz açık fikirle gitmek gerekiyor ama, yok çok sıcak, yok çok pis, yok pis kokuyor bıdı bıdı diye gidilirse, hiç bir şeyden keyif alamaz insan.. E bir de kendini taylar gibi hayatın akışına bırakırsa insan (yavaş, stressiz..), sinirleri alınmış şekilde TR'ye döner ve eminim Tayland’ı gülümseyerek hatırlamak çok da zor olmaz
:D

Haa tabii taylar harbiden çok yavaş.. İngilizceleri genelde kötü.. her şeye yes yes diyorlar ama pek de bir şey anlamış olmuyorlar (bu da kültürün bir parçası, hayır demek ayıp, karşındakini mutlu etmek daha önemli.. anlamaya gerek yok ).. ama bir o kadar da güler yüzlüler.. siz de iki kikirdediğinizde çok güzel iletişim kurarsınız.. :)

Tayland'da kimsenin acelesi yoktur.. bunu bir kere kabullenin ilk baştan :)) Trafik felç olur ama kimse kornaya basmaz..bazen bir akıllı aradan kaçıp önüne mi atladı? Hadi canım, senin acelen var galiba diyerek kimse bağırmaz etmez ve yol verilir.. Biz de olsa tekme tokat kavga sebebidir valla :)

Taksi çok ucuz, ama derdini anlatabilirsen. (bir kaç kez farklı farklı telafuz etmeye çalışın gittiğniz yerin aıdnı.. Tay dili müzikal bir dil olduğu için sırf bir entonasyonun farkıyla br kelime en az iki anlama en fazla 5 farklı anlama gelebiliyor (hmm? azcık karıştırdım sanki.. düz, yükselen, yüksek, alçak ve alçalan entonasyon muydu?? Neyse.. siz anladınız beni :P ) Bir de dikkat, pazarlık etmeye çalıştığı an taksici, ya inin arabadan ya da polise gidelim diyin..

Her memlekette olduğu gibi burada da başınız derde girebilir, kötü deneyim yaşayabilirsiniz (dünyanın her yerinde üçkağıtçı üçkağıtçıdır). Ama altını çizmek istediğim bir şey var: size en çok bela gene turistten, gavurdan gelebilir..barda diskoda sizi başka bir turist rahatsız eder (ederse o da -o kadar güzel, çıtı pıtı tay kızı dururken ahaha :D ) Gece gece, kız başınıza bişicik gelmez başınıza.. E tabi sizin de abidik gubidik şekilde, abşdik gubidik yerlerde dolaşmadığınızı varsayıyorum.. insan her yerde insan.. kötüsüyle de, iyisiyle de sonuçta... Ama Türkiye’den daha güvenli, gerçeği söylemek gerekirse.

Gece mekanlarından da bahsedeyim hemen.

Çook coool, trendy bir tisko var
-Bed supper club diye geçiyor galiba, yanılmıyorsam.
Mimarisi süper. Bol bol yabancı meşhur DJ geliyo.. Gençlerin "avlandığı" bir mekan :) Çok trendy çook :P Bir tarafı restoran, yata yata yiyorsunuz; diğer tarafı club.. Güzel ama her gece, her gece gidilmez.. Genelde girişler 600 veya 1000 baht olabiliyor, o akşamki programa bağlı..ama ücrette üç veya iki içki dahil..içkilere genelde kokteyller de dahil..yada 20 baht ekstra verip kokteyl alınıyor..

Bu arada Tayland’da en çok sevdiğim şeylerden biri fiyatların mekanlar arasında çok büyük farklılık göstermiyor olması, lüks otelin barında da içki içsen gene ayni fiyatı veriyorsun.. mesela güzel bir jazz bar: The oriental 'daki Bamboo bar

-Gene o civarda Q Bar var, olmazsa olmaz.. tam avlanma mekanı- atış serbeeest :D ( genelde tay kızlarımız bu flört girişiminde bulunuyorlar, valla bana bile yazdılar ben ne diim size, yoksa halimde tavrımda bişi mi var decim, ama?? Alla alla :D aslında bunun için bara da ihtiyaç yok ki, her yerde yaziyolar keratalar :P)

-Mystik diye bir başka mekan var. Iki ayrı hatta çatı katini da katin, üç ayrı mekan oluyor.. Her katta farklı müzikler caliyor.. Çatıda ise nargile keyfi :))

-The meritius da 60.katta mı ne çok hoş bir açık hava restoranı (epey tuzlu) ve bir içki içilebilecek barı var.... Adı neydi yaa ?? .. Sirocco!! manzara süper ama, enfes.. diyecek bişi yok..

-Bu konseptte bir de Banyan Tree Hotel'inin çatı katı var. Bir tarafı bar diğer tarafı restoran, Vertigo isimli. E azcık kazık oluyor a la carte restoranlar.. ama barı güzel, fiyatlar da makul. (bakınız aşağıdaki foto.. süper valla)


Bütün otellerin barı var, hepsinde ama tay kızlar tarafından markaja alınırsınız eheheh :D

-Ben bir de Conrad Hotel’inin 87 adli club'unu seviyorum..orada da genelde böyle güzel organizasyonlar oluyor (DJ MJ geliyor işte)

Tabii bir de Siam Square'de Hard Rock Cafe var..iste her zamankinden :) Aaa Çin mahallesinden bahsetmemişim... Aaaaaa :(

Orası da geceleri -7den sonra- açık hava restorana dönüşüyor adeta, kocaman cadde koskoca bir yemekçi dükkanı oluveriyor :D Çok keyifli..ama ole TR’de yediğiniz çin yemekleri ile karsılaştırmayın..burada her şey var..bizim damak tadımıza uydurmaya çalışılmış yemeklerden değil yani.. Köpekbalığı yüzgeci çorbası mesela.. çok meşhur çook, ama ben beğenmedim pek.. damak zevki işte.. Anlatacak daha çok şey var.. giderseniz bir hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçeceği için en iyisi iki hafta kalmaya calisin..e tabi mümkünse daha da uzun :)) Tayland tanıdığım herkesi büyüledi ve kendine bağladı. herkesin akli kaldı. ne kadar uzun kalirsan kal, yetmiyor.. Azcik memleketime doneyim diyorsun, bir de bakmissin Tayland burnunda tutuyor bile.. Çok yazdım..çok uzadı..ama iste anlata anlata bitiremem ben..sustum..valla yoruldum :P

Sevgiler.. Umarım siz de benim kadar güzel anılarla dönersiniz oralardan.

Bu arada,Vertigo resmi haric, butun resimler babama ait :)

Thursday, July 26, 2007

Tayland II - Bangkok 1/2


Tayland yazımın devamını yakın bir zamanda yazmazsam unutup gideceğim ve üstünü toz tutacak diye, hali hazırda 2004 senesinde OM forumunda yazmış oluğum bir yazıyı, azcık değiştirerek ve parçalara bölerek bloga koymak istedim.. (orijinal metin 6 sayfa.. vay be amma çene varmış bende de :P)

Buyrun efendim:


Gelen Türk turistlerin çoğu aç kalmıştır. otel odalarında yanlarında getirdikleri konserveler ve bisküvilerle hayatta kalmayı başarmışlardır.. Bence biraz abartılıyor… her ne kadar farklı bir mutfak olsa da tay mutfağı, Tayland’da aç kalmak herhalde insanin basına gelebilecek en son şeylerdendir, neyse...

Şimdiiik en ideal mevsim aralık başından itibaren baslar ve mart ayına kadar devam eder. bu mevsim de hava az nemli, bol güneşli tam denize girmelik olur.. Oooh tadından yenmezzz :)
Nisandan aşağı yukarı ağustos’a kadar iğrenç sıcak mevsim vardır.. yağmurlardan önce en bunaltıcı havadır.. basınç, bol nem.. kotu yani..yanarsın- pişersin.. çekilmez valla..
Ağustos’tan itibaren yağışlı mevsim başlaaar.. önce çekingen yağmurlar, sonra gökyüzü sanki başına düşercesine yağan tropik sağanaklar.. çooook güzeldir o yağmurlar. ama tabi dışarıda yakalanırsanız vay halinize.. ıslanmadık yeriniz kalmaz.. trafik felç olur.. ağlamak istersiniz.. (gecen haftalarda ehehe.. kuzeye (Chiang Mai) giden sevgili ebeveynlerimin arabası sele kapılmış hala araba kendine gelememiş(miş) :D )

Mevsimler hakkında bu kadar bilgi sanırım yeterli olur.. taylar söyle der: "Tayland’da üç mevsim vardır..sıcak, çok sıcak, çoook çook sıcak" :P ehehe

simdi...Bangkok’a eğer normal tarifeli uçuşla gidecekseniz maalesef baya para harcarsınız.. ama turlarla -her ne kadar kişisel olarak tur fikrine karsı olsam da- çook ucuza yani uçak+otel masrafınızı, çook makul bir fiyata halletmiş olursunuz.. belki en mantıklısı turlarda hoşunuza giden gezilere katılıp gerisini kendi başınıza keşfetmek..

THY'nin her gün Bangkok uçuşu vardır.. bu uçuşlar tıka basa doludur..maalesef THY ucuza uçurmuyor ama ne yalan söyliim, thy kötü seçim olmuyor hiçbir zaman (su sıralar diğer havayollarına bakıyorum ama daha ucuz uçuş bulamadım henüz! AA pardon Azerbaycan üstünden veya Türkmenistan üstünden bu ülkelerin havayolları ile 500dolar gibi bir fiyata Bangkok’a aktarmalı gidebiliyorsunuz.. şahsen ben direk uçuş olduğu için THY'yi hala tercih etmekteyim.. bir de yurtdışından İstanbul aktarmalı da makul bir fiyata gidiliyor gene THY ile. Yani en azından bir ay kala alınsa bile bilet fiyatları KLM veya Air France’dan daha makul!!)
THY’nin gidiş dönüş bileti 600usd ile 900usd arası mevsimine bağlı değişiyordu..

Bu arada eğer henüz miles&miles kartınız yoksa bir an önce edinin çok güzel mil birikiyor böyle uzun uçuşlarda :)) sonra da keyfine göre harca, ooh :)

Belirtmeden edemiiicim, aklıma bir havayolu şirketi daha geldi.. Kenya Airways.. İst-Nairobi-Bangkok uçuşu mevcuttur.. Ben Kinshasa’da iken Nairobi Bangkok yaptım ve uçaktan çoook memnun kaldım gayet makul bir fiyata gittim, ancak İstanbul’dan ne kadara gidilir maalesef bir fikrim yok.. hem Nairobi’de de iki gün kalınabilir..bir taşla iki kuş :) uçuş uzun sürer ama o ayrı..

simdi başka ne vardı???

Hmmm?? Bütçeden bahsedelim.. şahsen ben otelde kalmadım hiç.. Ama oteller Avrupa’yla ve TR ile kıyaslarsanız çok makul fiyatlar sunmaktalar. üstelik hizmet anlayışı süper.. kendinizi krallar gibi şımartılmış bulursunuz.. ileride bu lüks otellerden bahsedicim..

Benim herkese tavsiye ettiğim Sofitel Silom var.. gayet nezih 4yildizli bir otel... 4yıldız dersem de fiyatı aşağı yukarı 50 ile 150dolar arasında değişiyor gene low-high season farkı.. bu arada eğer yanlış anlamazsanız benim size tavsiyem çok ucuz otellerde ya da pansiyonlarda kalmaktansa makul bir fiyat aralığında çok güzel bir otelde kalmak, çok daha keyifli olur... yani makul dediğimiz oteller bile süper olabiliyor.. Türkiye standartlarında düşünmeyin yani..


İnternetten Bangkok’taki çoğu otelde rezervasyon yapabilirsiniz.. Gene bir şey belirtmek istiyorum.. indirim isteyin..her şekilde size bir indirim yaparlar..indirim yaptıramazsanız utanın :D yok şaka bir yana..bu adamlar yüzde 30, hatta daha fazla indirim yapabiliyorlar genelde oda fiyatlarında..
ben gene forum/blog aracılığı ile aklınıza takılan veya bulduğunuz bir otel hakkında daha ayrıntılı bilgi vermeye çalışırım..

Lüks otellere gelinceeeeee...
Kalmak çok mümkün olmuyor..ühü ühü :'( geceliği 300 USD gibi bişi aslında (yani Avrupa standardında çokta pahalı olmuyor aslına bakarsan.. ama ha ne yapabilinir, paraya kıyıp bir gece kalınır, hevesini alırsın eheheh) Ama ama inanılmaz hoteller bunlar!!!!!! (gene bir şekilde bu otellerde de indirim yapılıyordur bence, ha ama ne oluyor 300USD değil de 200 olabilir geceliği :)) (şimdi netten baktım, özel internet fiyatları da varmış mesela 229dolara iki kişilik oda gibi -ahahah benim burada İbis Hotelde vereceğim paraya denk geliyor üç asağı beş yukarı!!)

Bu oteller: en meşhuru The Oriental Hotel.. kalınmasa dahi burada bir "high tea" içmeden dönerseniz ayıp!!


Author's lounge’da her gün saat beş civarı güzel sandviçler güzel tatlılar esliğinde kendinizi şımartın.
Diğer lüksleri sırayla sayıyorum: (nehir kıyısındakiler) Shangri-La, Sheraton Royal Orchid, The Peninsula, Marriot, Sehir merkezindekiler: Conrad, Sheraton, Plaza Athenee, Banyan Tree vs vs.. bütün bu otellerde hem aksam beş çayı çok güzel olur (bazılarında canlı müzik de oluyor), hem de aksam acık büfe süper yemek yenir.. deniz mahsullerinden tutun sushi’lerine kadar.. enfes enfes!!! tas çatlasa da 50dolar verirsiniz bu sinirsiz yemek için!!!!


BEN BANGKOK’U OZLEDİMMMM!!! :((

neyse.. tabii herkesin Bangkok deneyimi kendine..
bütün bu güzelliklere karsı gene çok zevk alarak en salaş yerlere de takilinabilir: backpackerlerin cenneti diye bilinen Khao San Road bölgesinde hem ucuza guest houselarda kalabilirsiniz hem güzel güzel diğer "bitlilerle" kaynaşabilirsiniz :P The Beach filmindeki gibi :D
Khao San Road’daki guest housler hakkında çok bir fikrim yok o yüzden nelere hazırlıklı olmanız gerekir söyleyemeyeceğim maalesef.. Ama ortam süper.. Yemekler süper..o cadde kendine has ve çoook keyifli bir yer :))

ALTİNİ CİZMEDEN EDEMEYECEĞİM SAKİN HA İLEGAL AKTİVİTELERE GİRMEYİN.. VALLA AKLİNİZ ALMAZ BİRDEN "MİDNİGHT EXPRESS Filminin Tayland versiyonunda bulursunuz kendiniz!!!!! Çok ciddi bir suçtur!!!!! kimse kurtaramaz sizi

......

Bütçeye gelelim.. nasıl bir tatil geçirmek istediğinize bağlı olarak değişebilir.. sokakta yemek yerseniz (seçerek ama-yoksa motor ariza yapabilir.. hatta nerde yerseniz yiyin zaten yapacak ahahaha )neyse..pardon :D, evet sokakta bir Ogün için 40baht verip karninizi doyurursunuz ama herşey tay yemeği yiyip yiyemeyeceğinize bağlı.. yoksa bisküvi ve konserve ile zaten yemek masrafından kurtulmus olursunuz :P.. Eğer yediklerinizden emin olamıyorsanız vejetaryen yemeklerini deneyin..en azından içinde ne domuz ne de başka yenmicek şeyler olmadığına emin olursunuz..gayet de güzeldir vejetaryen yemekler..

Eğer yok ben sokakta yemem diyorsanız da, size hem makul fiyata hem de her şeyden denemeniz için iyi bir secim olabilecek Central Chitlom Alışveriş merkezinin en üst katındaki The Food Loft'u öneririm.. aslında hep ayni yemekler ama en azından daha bir güven verici olabiliyor bu food court. Gene yok kalsın ben Uzakdoğu mutfağını sevmiyorum diye ısrar ederseniz de Pizza Hut var, Kentucky Fried Chicken var, Mc Donalds var kardeşim, aaa :D

Tayland ucuza ve güzel Çin yemeği ve Japon yemeği yiyebileceğiniz ender yerlerden..özellikle Japon yemeği için geçerli.. meşhur Oishi isimli bir restoran zinciri var.. 500baht'a yani 12-15usd'a acık büfe cin-Japon ve Sushi bar..oooy..oyyyy süper süper!!!!!
Gene oishi marka soğuk yeşil çayı da şiddetle tavsiye ederim..her yerde bulunur..ballısı, limonlusu valla hepsi çok güzel bana göre :P

Bangkok deyince ben böyle kendimi kaybediyorum.. Türkiye’nin dışında yaşamak istediğim tek yer diyebilirim.. büyüleyici, huzur verici ve hiç uyumayan bir şehir :))

Ben bol bol mideyi ilgilendiren şeyler yazmışım.. kemküm :P biraz da turistik mekanlardan bahsedelim..



Maalesef Brüksel'e gelirken ağırlık oluyor diye foto albümlerimi getirmemiştim, o yüzden kendi çektiğim resim hiç yok elimin altında, zamanında babamdan aktarmış olduğum onun çektiği birkaç resim var ama çok eksiklik hissediyorum böyle kuru kuru anlatınca Bangkok'u..
Süper bir site buldum ama çok güzel resimler var, ve işte budur dediğim resimler hepsi. Merakınızı gidermek için boş vaktinizde Bangkok Photos'a bir tıklayın derim ben :)
Bunun dışında, ilk resim Peninsula Hotel'inin sitesinden, ikinci resim'de Oriental'ın sitesinden alınmıştır. Üçücüsü ise Banyan Tree sitesinden alındı.
Diğer resimler ise Babişkomun çektikleri.. hay allah izin de istemedim ama :)))