Saturday, December 31, 2011

2011'in son gunleri: Upstate New York

Gene bir Ayped'den yazi yazma denemesine giristim, hadi bakalim hayirlisi :-/

 Ayagimin tozuyla (7 saatlik bir araba yolculugunun sonunda!!), 2011'in son gunlerinde kesfettigimiz guzeller guzeli eyaltimizden bahsetmek istedim azcik :))

Vermont ve New York eyaletinin kuzeyi icin sonbaharda muhtesem guzellikte olduklari soylenir. Evet, sonbaharin renkleri coktan bizi terketmis olsa da ben gene de Upstate New York'un sundugu yol manzarasindan son derece memnun kaldim. O kadar cok memnun kalim ki, seneye Ekim ayinda bol yurumeli, oksijen solumali, yaprak toplamali bir gezi bile tasarliorum kafacigimda :D

Bu arada, cocuklugumuzun mutlu ressami BoB Amca resimlerine ilhami kesin Buralardan topluyordu !!

Neyse, hikayenin devami seneye kaldi sanirim ;)

Simdilik Herkesin Yeni Yilini Kutlar, kucuklerimin gozlerinden, buyuklerimin ellerinden.....

Yok bu Olmadi... Efendim, 2012 herkes icin 2011'den cok cok cok daha guzel gecmesini dilerim !

 MUTLU YILLAR !


Giderken yolun 1/3'ini  Kuzey Metrosuyla yaptık (yani tren işte). Hudson Nehrine sıfır giden bu hat baya bir keyifliydi :)

Upstate New York

Interstate North 87, teee Montreal'a kadar giden yol :)


Poughkeepsie'ye yaklaşırken, Hudson Nehrine sıfır tren yolculuğumuz

New York, Vermont ve Kanada sınırları arasına sıkışan donmuş bir Champlain Gölü

Wednesday, December 21, 2011

Kamu oyu yoklamasi

Ey sevgili okur!!! Her memkeet degisikligide neden hala " bruksellahanasi" ismiyle yazi yazdigimi kendi kendime soruyorum. Cevabim beni hicbir zaman tatmin etmese de bu isin "yapilabilitesi" gozumde mi buyuyor ne, her seferinde blogumu tasima kararimdan vazgecmis buluyorum kendimi... Sorarim size: artik bruksellahanasi'ni her gittigim yere tasimayi birakayim mi? Oof, simdi bir de yeni blog ismi bulmak gerekcek... Hmpf :( Not: bu yaziyi da yeni oyuncagim tabletimle yazdim, bakalim yayinlaninca nasil gozukecek...

Tuesday, December 13, 2011

Cik cik



Bizimkisinin meşhur lafı : "yuvayı dişi kuş kurar hanım"

Tabii doğrudur, ama o dişi kuş o yuvayı kurana kadar neler çekiyor bir soranınız var mıdır?

Bu dişi kuşların çektiğini bir ben bilirim bir de Allah bilir. (bir de bu yazıyı okuyanlar hatırlar)

Milyonlarca dal parçası arasında EN uygununu seçerler... Saatlerce o dalı bulmak için uçaaaar dururlar (masal tonuyla okunacak). Yuva dediğin bir dalla kurulmuyor ki! Mükemmel dalı bulunca da, bu sefer o Mükemmel dala EN iyi uyacak Yeni bir Mükemel dal bulmak için minik kanatlarını çırpa çırpa tekrar yollara koyulur o dişi kuşlar (görsel materyel olarak minik dişi serçeyi kullanalim lütfen)... Yuva deyip geçmeyin, her biri adeta birer sabır, sevgi, kararlılık ve mimari şaheserdir!! O birbirine girmiş, ahenk içinde sarılmış dallar ve o dişi kuşun azmidir o yuvayı yuva yapan.

O emektir o yuvayı yuva yapan. Minik çırpı bacaklara ve kanatlara inen o kara sulardır orayı yuva yapan.. (küçük Emrah kaşlarımı çattım, ıslak köpek bakış moduna geçtim)

Bizim Alfa Serçe dişi kuşa bütün "kutsallığı" ile bu görevi hatırlattıktan sonra, dişi kuş çırpı bacaklarını bu sefer New York'un buzz gibi havasında (içine termal tayt giyerek-evet paçalı don yani!) koşturttu..

Koltuklarının teslimat tarihi ertlendi, sinir krizi geçirmeden hemen alternatif koltuklara baktı. Baktı, araştırdı, gitti, gördü ve denedi.. Kafasında ve şemalarında uzun uzun yerleştimeye çalıştı hepsini minik salonuna. Ama ne hiçbiri uyabildi, ne de hiçbiri erkenden teslim edilemedi.. Kara bulutlar çöktü dişi kuşun tepesine..

New York'un Belçika'dan beter yağmurlarında gene koşturdu durdu o çırpı bacaklarıyla... Lambası, orta sehpası, şifonyeri, halısı, yastığı, askısı, kepçesi diye diye evin geri kalan eksiklerini bir çırpıda gidermeye çalıştı.. Ama bu yuva diğer yuvalara benzemiyordu ki. Burası farklı bir yuvaydı, burada işler alıştığı gibi işlemiyordu. Olsun, o alıştı bu yeni işleyişe... Kanatlarını çırpa çırpa, bir bir mükemmel dalları buldu getirdi, ya da getirileceğine dair sözler aldı. Artık bir de koltuğu geldi mi, bu yuva sonunda YUVA olacaktır dedi.






Sunday, December 4, 2011

Blue Note

Sakin başlayan bir Cumartesi gecesinde, aylak aylak west village sokaklarinda dolaşırken kendimizi Blue Note'ta bulduk.

Galiba NY'un bu beklentisiz başlayan ama süprizlerle dolan gecelerine aşık oluyorum :))

Bu akşam Blue Note'ta çalan baba grupların aksine "hip hop with a certain perspective" diye kendilerini tanimlayan Mental Notes grubunu dinledik. Çok keyifli oldu :)

Ben de yavaş yavaş hip hop jargonunu çözmeye gayret ediyorum :)) Çalışmalara devam!!

Blue Note@ 6th Avenue and MacDougal

Sunday, November 27, 2011

New York'ta bir Brukselli :))

Bruksellahanasinin ve Bruksel'de azcik da olsun vakit geciren herkesin, sadece yagmurdan illallah dediginde degil, bayilarak da gunun her saatinde ugradigi ekmekcisi/kruvasancisi/cay evi/sohbet mekani/sicak cikolatacisi/nutellali ekmekcisi.... LE PAIN QUOTIDIEN, adeta New York sosyetesinin gozde mekani haline gelmis durumda !!!

Dedim ya, her yer tadinik... Duydugumuz kadariyla sadece bizim mahalledeki Le Pain Quotidien'i isleten degil, New York'taki butun subelerini de Turkler isletiyormus :))




Not: Burada da noel sarkilari caliyor surekli!!!!!! Ciyaaaaak!!



Mobil yazi ikiiii - Ben bu isi kaptim bebegim :P

Mobil yazi Numero Uno!

Kac zamandir bloga disaridayken bir seyler yazmak istemisimdir; olay yerinden bildirmek ve sicagi sicagina fotosuyla hemen paylasabilmek bunu...

Dualarimin kabul oldugu gun bugunmus :)) Fonda da (icimden tabii) bangir bangir "haleluya" sarkisini caliyorum :P

Ee blog artik telefonuna kadar gelmis, bir denemek lazim hemen :)) (pazar pazar yataktan kalmadan yani)
:P)

Hmm, tabii insanin yazacak bir seyi olmali. Öö... Aaa durun durun buldum !!!!

Dun ne yapacagimizi tam bilmeden attik kendimizi sokaga, once guzel bir brunch (ben ayiptir soylemesi cok pis egg benedict ve florentine hastasi oldum... Bir de her cesit bagel'e BAYILIYORUM!!!)

Neyse, dun iste oyle nereye gittigimizi bilmeden basladik yurumeye. Yuru babam yuru; oraya bak, suraya bak, yurumeye devam et. Bir ara home depot'ya ugra (buranin bauhaus'u) ve bayginlik gecir, sonra gene yurumeye devam..

Non stop saat 4'ten 11'e kadar yuruduk!!! Pardon yalanim olmasin, bir tek arada 1 saatlik kahve molasi verdik o kadar :))

Iste bu sehrin adami boyle yurutmesine bayiliyorum. Sogukta bile yuruyor insan!

Neyse asil konum yurumek degildi, asil konum yururken habire fotosunu cekecegin bir unlu bina, unlu mekan, unlu cadde ve sokak gormek :)) Bunu da komik ama hos bir sekilde new york'un buyusune kapilmis turist surusuyle beraber yasiyor olmak :P

Aaa bak burasi surasi diyorsun, hadi gelmisken bir resim cekelim. Sonra bir bakiyorsun sagin solun, onun arkan her yer ayni kareyi cekmek isteyen turistlerle sarilmis :)) Bir de utanmadan senin poz fikrini de caliyor bazilari :P

Yurumeye devam derken hoooop yeni bir atraksiyon ve gene ayni manzara.. ve gene ayni turistler!! Bir etti, iki etti, uc etti.. Dedim Ilker'e bari tanissaydik bazilariyla :))

Neyse biz yurume ve sebeklik maratonumuza devam ederken, bir de sunu fark ettim: noel sarkilari bende alerji yapiyor. Bayginlik geciriyorum, her yerde istisnasiz basladilar pes pese noel sarkilarini calmaya.. Bir dinlersin keyiflenirsin, iki dinlersin sozleri mirildanirsin, uc dinlersin azicik yerinde oynamaya baslarsin, ama 4,5,6,7,8,9...... dinlersen ciglik atasin gelir!!!


Daha once demistim ya, burasi abartilarin, cok'larin, en'lerin ulkesi.. En cok susleme, en cok noel sarkisi, en cok aydinlatma, en gosterisli vitrinler, en fazla hediye cesidi, en buyuk noel agaci en, en, en, en.... Hepsi de burada iste! Kacisin yok!!


Ama ben burayi en cok yurudugum sehir numero uno olarak hatirlamak istiyorum simdilik :))

Bugun hava da cok guzel, dunden sonra ilker'i ikna edebilirsem, Central park'ta yurumek istiyorum bugun :)))


Hadi bana jingle bells'li yuruyusler (cildirip kafama bir noel babasi sapkasi alip gezmeme az kaldi!!)


Thursday, November 24, 2011

Gelenekleri Öğrenelim - Ders 1: Thanksgiving !

Birinci dersimiz, ayağımızın tozuyla kendimi içinde bulduğum Thanksgiving Bayramı olacak.

Nam-ı diğer Şükran Bayramı :)


Efendim, bir süredir zaten her yerde çılgın bir süsleme maratonu hali hazırda başlamış durumdaydı.. aslında bu süslemeler Thanksgiving'den çok Noel hazırlıklarıydı... Sormayın, valla anlamadım ben de. Sadece bu hafta başından itibaren, sağda solda "sen uğraşma, hindini biz senin için pişirir hatta evine kadar da getiririz" ilanlarını görmeye başladım..

Zaten geldiğimden beri anladığım en iyi şeylerden biri, kimse evinde yemek yapmıyor burada! Bizim buradaki bütün marketler hep hazır yemek üzerine kurulmuş. Sıcağı, soğuğu, orta kararı, tatlısı, ekşisi, hintlisi, çinlisi tarzında up uzun bir hazır yemek listesi sunmaktalar. Benim gibi evin en temel ihtiyaçlarını almak için mahalle marketine giden bir "türk kızı" olursanız, aval aval o reyon bu reyon file içinde satılan papates, soğan, sarmısak arayarak 45 dakika geçirirsiniz markette... ve hiçbirşey almadan çıkarsınız!!  Neyse.. konumuzu dağıttım.. Pardon.


Evet, Amerikalı komşularımızın Thanksgiving hindileri çoktan fırına atılmış çıtır çıtır kızarırken, biz de sevdüceğümle mahalledeki çok sevdiğimiz Madison Restaurant'a kahvaltımızı yapmaya gittik bu sabah (tipik amerikan diner'ı- tek kelimeyle hastası oldum ben bu diner'ların !! :-P)

Thanksgiving olayını malesef tamamen unutmuş olduğumu fark etmem televizyondan naklen yayınlanan Macy's Thanksgiving Parade'ini (geleneksel şişme balon geçit törenini) görmemle oldu.

Bayram çocuğu gibi bir neşe sardı içimi birden!! Bu Amerikalı'ların herşeyi ne kadar da güzel abartarak yaptıklarını hatırladım tekrar. Kötü anlamda söylemiyorum, hayır. Sadece yaptıkları her şeyi büyük, abartı, aşırı içten gelerek yapma özellikleri olduğunu düşünüyorum. Mesela sağda solda duyduğum "hello"lar. Ben hiç bir ülkede bu kadar abartılı ama bu kadar da içten merhaba denildiğini henüz duymamıştım!! Valla!! Taklit etmeye çalıştıklarımdan biri de bu: merhaba'larıma, teşekkür ederim'lerime biraz abartı ve bol içtenlik katmaya çalışıyorum şu günlerde.. ağzımı da azıcık yayarak tellafuz edersem sanırım bu işi çözecem!! :)))

Neyse, ne diyordum.. Aslında bizim eve yakın bir yerden geçiyordu balonlar ama tamamen unuttuğum için ancak televizyondan, kahvaltımı yerken full konsantre Herald's Square'deki neşeyi, ciddiyeti, abartıyı sindire sindire seyretmeye gayret gösterdim -İlker'in hayretler içinde bakışına maruz kalarak :-P.  Napiim kardeşim, siz Anglosakson dünyasını, Amerika kıtasını tanıyor olabilirsiniz, ama bu benim ilk yakın temasım. Yepyeni bir dünya diyorum size inanmıyorsunuz. Hala koca gözlerle gözlemliyorum olup bitenleri, davranış biçimlerini, yeme alışkanlıklarını, birbirleri arasında ve yabancılarla olan etkileşimlerini... Ampirik (empirical yani :P) bir çalışma bu!! Küçümsenecek birşey değil lütfen :))))

Evet, Thanksgiving.... Şimdi içimiz dışımız aslında Amerikan kültürüyle dolmuş bir ülkenin vatandaşları olarak, çocukluğumuzdan beri seyrettiğimiz Amerikan filmlerinden şu kareyi hepimiz hatırlarız:  Amerikalı ilkokul öğrencisi Thanksgiving'de sınıf önünde okumak üzere Thanksgiving'in ne anlama geldiğini anlatan kısa bir kompozisyon yazar. Ya da bazı filmlerde bu durum, hayran anne babalara sunulan bir müsamere olarak karşımıza çıkar. Hani bazı çocuklar hindi kılığında, bazıları Pocahontas, birileri de arka fonda yaprakları dökülen sonbahar ağaçları olarak sahneye çıkmıştır.. Hatırladınız di mi?

Ben de bu bağlamda, bugün Thanksgiving neymiş araştırıp, burada sizinle paylaşmayı kendime görev edindim :))

Thanksgiving kelime anlamıyla şükran sunma bayramı oluyor aslında. Şükran sunma aslında pagan çağlardan beri her hasat sonrası kutlanılan bir bayrammış. O seneki hasat için doğaya, tanrılara şükranların sunulduğu Hristiyanlık öncesi bir inanış ve gelenek. Hristiyanlığın yayılmasıyla, Avrupa'da bu bayram daha bir dini içerik kazanıp, Şükran günü, yani hasat sonrası, kilisede özel ayinlerin düzenlendiği bir kutlamaya dönüşmüş. Belki daha önce yazdığım Paskalya Bayramını hatırlarsınız. Aslına bakarsak, bugün kutlanılan birçok dini bayramın temelinde farklı pagan inançlarının zamanla değişime uğraması ve tek tanrılı dinlerle harmanlanması yatmaktadır.

Şükran günü bana kalırsa dini bir bayramdan çok Amerikalı olma bayramı anlamına geliyor burada. Çünkü kutlanılan ve şükredilen en temel nokta bu Yeni Dünya'ya ayak basan "öncü"lerin (sömürgeci dememeye gayret gösterdim :P) burada kalabilmelerini sağlayan hasatı toplayabilmiş olmaları. Yerli Kızılderililerin yardımıyla bu topraklara ne ekilir, nasıl yetiştirilir öğrenirler ve bunun sonucunda açlıktan kurtulurlar. Bunun üzerine, bir kaç sene sonra "öncü"ler yerli halkın kabile şefi ve bir heyeti Şükran günü yemeğe çağırır ve ortak bir masa kurup o seneki hasata ve yardımlaşmaya kadeh kaldırırlar (burası benim eklemem :P).

Amerikalı olmak dedim çünkü dini öğeler zaman içinde yok olmuş durumda ve sadece aile fertlerinin veya dostların zengin bir sofra etrafında şükranlarını dile getirmek için ve mutluluklarını paylaşmak için kilometrelerce mesafa kat ederek beraber oldukları bir bayram. Bu bayramı Amerika'lılığı benimsemiş herkesin çok büyük içtenlikle kutladığına dair bir izlenime kapıldım ben gelir gelmez. Yanılıyor olabilir miyim? Belki de..

Şimdi herkes Thanksgiving hikayesini zaten biliyor, ama internetten baktığınız zaman bu konuda ciddi bir rekabetin olduğunu okuyorsunuz. Bir kaç eyalet "ilk Şükran gününü biz kutlamıştık aslında !" gibisinden "ilk" olma derdine düşmüş Orijinal hikaye bizimkisi diyenlerden biri de Plymouth'lular. Hikayenin New York'un 400 Km kuzeyinde bulunan Plymouth, Massachussetts'te buraya ayak basan ilk 102 sömürgecinin o sene kötü mahsülden dolayı neredeyse ölmek üzereyken, yerli Wampanoang Kızılderililerin kendilerini yardım etmesi sonucu hayatta kalmalarının ve o günü Şükranla anılmasını göstermekteler.


Bir diğer yandan "hayır efendim 1590'ladan itibaren biz her sene Şükran gününü kutluyorduk" diyen bir de Teksas'a yerleşen İspanyol sömürgeciler, pardon öncüler var. Bununla da bitmiyor, benzer bir hikaye ile "ilk bizdik" diyen bir de Virginia'lılar var. Onlar ise, Yeni Dünya'ya yerleşmelerinin yıldönümünü Şükran günü olarak kutluyorlarmış 1619'lardan beri... Yaaaa...

Uzun lafın kısası hiyake bol, ama özü hep aynı.

İşin ilginç yanı Amerika Birleşik Devletlerinin Kuzey komşusu Kanada, her sene Şükran gününü kutluyor. Ancak farklı bir tarihte... Ööö, farklı dediysem de o kadar da değil; gene hasat dönemine denk gelmekte ve Kasım ayının ilk Pazartesi kutlanmakta. İlginç olan bu değil, ilginç olan Kanadalıların ABD'nin kutladığı Şükran gününü görmezden gelmeleri ve hikakeyi yok sayıyor olmaları; aynı şekilde ABD'lilerin de Kanada versiyonu Şükran günü hikayesini yok sayıyor olmaları.. Alemler valla :))

Kanada'nın Şükran günü versiyonunu paylaşayım mı hemen?

Yok, istemem deseniz de gene de dayanamam yazarım ben :P

Kanada'yı karış karış keşfe çıkan dönemin kaşiflerinden Martin Frobisher Beyefendi, Kuzeyden Pasifik Okyanusuna çıkacak bir yol aramaya koyulmuş. Tabii kutupların o zor koşullarında, Kanadanın o zor ikliminde çok zooor kat etmişler o yolu. Bunun üzerine o bölgeye son gidişinde Tanrı'ya şükretmek için hem bir dini ayin hem de bir şölen düzenlemişler. O topraklarda gerçekleştirilen ilk Hristiyan ayin olmuş o.

Eveeet, bu kadar çalışmaya yıldızlı pekiyimi isterim ona göre :P

Amerikalı olmaktan bahsetmişken, biz de akşama Madison Restoranın sunduğu Thanksgiving menüsünü ya orada, ya da yeni masamızda (evin tek mobilyası!) bizim gibi bu Yeni Dünya'ya yeni ayak basmış ve bizim gibi yeni bir hayat kuran arkadaşlarla beraber kutlamayı düşünüyoruz.

Gelenek yerini bulsun bir de: 


Soru: Bu sene ne için şükrediyorum? 
Cevap: Her gün yeni ve farklı şeyler keşfedeceğim ve akşamında sevdiğim insanla bunları paylaşabileceğim bir güne uyanıyor olduğum için şükrediyorum. 


Peki ya siz? 



Aman, aman.. çok önemli: Bazı yerli Amerika halkaları ise bu günü, Şükran gününün tam aksine yas günü ilan etmekteler ve ilk öncülerin gelmesinden sonra başlayan ve uzun seneler süren Kızılderili savaşlarını anımsamak için seçmişler. 





Tuesday, November 22, 2011

İlkTemas...

Eveeet, nerede kalmıştık?

Hmm, etiketlere yeni bir kategori daha eklemekle başlayalım işe :)



İlk temas... Gözlemleme, not alma, öğrenme, uygulama, taklit etme, kendine uyarlamalarla geçen bir ilk temas. Ve daha yolun çok başında. İlk temas ancak 6 ay sonra sona erer bence. 

Ama garip bir tanışıklık duygusu sarıyor insanı bu ilk temasta, insan yabancı olsa da yabancılık çekmiyor... Mutlu ediyor bu tanışıklık. 

İlk temasın etkisi mi bilmiyorum ama  yürünüyor, çok yürünüyor bu şehirde, ayazında bile çok yürünüyor. Ve gene de doyulmuyor yürümeye! Her köşesini, her caddesini bilmek, öğrenmek istiyorsun. Ama zaman yetmiyor, bir bakmışsın gün bitivermiş :)

Bir iki günde şehir haritasını çözmek ise çok büyük bir tatmin :P Akıllı sanıyorsun kendini :D.. Metroya ilk biniş de öyle: insanlık için küçücük ama Lahana için kocamaaaan bir adım! :)) 

Garip bir enerjisi var bu şehrin, positif bir frekansta caddelerde akıp gidiyorsun sen de o kalabalıkla birlikte... hem varsın, hem yok... kalabalıkta kayboluveriyorsun..

Mutlusun. Nokta. 



Sunday, November 6, 2011

Yeni Dünya

Yarın yepyeni bir gün...

Yarın yeni yorgunlukların, yeni heyecanların, yeni bir hayatın, yeni keşiflerin, yeni maceraların, yeni dertlerin, yeni telaşların, yeni endişelerin, yeni mutlulukların, yeni dostlukların, yeni tatların, yeni korkuların, yeni zevklerin, yeni özlemlerin, herşeyin en yenisine.... Yarın yeni Dünya'ya merhaba diyeceğimiz, hayatımızın yeni bir sayfasına başlayacağımız güne uyanıyoruz...






Friday, October 28, 2011

Kötü Çocuk Rafa-1

Evet, neden, daha doğrusu kimden bahsedeceğimi anladınız :)

Rönesansın muhteşem 3lüsünün biri hakkına daha önce uzun uzun yazmıştım zaten (Mikelanjelo yahu, hatırlasanıza ! (unutanlar buraya tıklasın))


Diğeri hakkında ise  "yazdım, yazacağım; aman bekleyin; az sonra; bir sonraki yazı; geliyor; şimdi" diye diye size de kendime de illalah dedirttim... Ama artık daha fazla erteleyemezdim, zira Roma'daki son haftamıza girmiş bulunuyoruz :((

Söz vermiş olduğum ama neresinden tutup, bir türlü nasıl başlayacağımı bilemediğim; nasıl toparlayacağım hakkında ise ciddi şüphelerim olan Rafa yazımı burada değil de Ankara'dan (ki ihtimaller çok düşük), daha da kötüsü NYC'den yazmak gönlümde taht kurmuş bu güzel ülkeye ve sanata ihanetten başka birşey olmazdı diyerek... bütün cesaretimi toplayıp konuya tepetaklak atlıyorum :)



Ah Rafa, ah... Ben sana nasıl haksızlık etmişim meğersem. Sebebini açıklayabilirim, valla aslında çok basit: Vatikan Müzesini ilk gezdiğimizde biz meğersem senin Papa için baştan sona yeniden boyadığın (freskolarla döşediğin desem daha doğru olacak) odalarını hiç görmemişiz... Görmüş olaydım, hiç yapar mıydım sana bu haksızlığı.. Hiç sana seri üretici, paragöz der miydim? (tamam, diyebilirdim gene belki, pardon). Ama frescolardaki melekleri, yüzleri, renkleri, bakışları, vücutları incelerken inan gözlerim doldu. Mikelanjelo'nun eserlerine bakarken duymadığım, çok daha farklı bir duygu yaşadım içimde. 



İnan bizim evde ikiye bölündük resmen, sanırım senin döneminde de böyleymiş; sizden çok senin ve Mikelanjelo'nun hayranları arasında bir kapışma varmış. Sizler sadece sanatınızı yaparken, Roma ahalisi, Kardinaller, Floransa'nın soyluları bir seni, bir Mikelanjelo'yu öne sürüyorlarmış. Herkes kendi tuttuğu "sanatçıyı" yere göğe sığdıramazken, diğerini de alaşağı etmekten çekinmiyormuş... 



500 sene sonra, aynı çelişki, aynı rekabet bu sefer bizim evin içinde vuku buluyor. Eskiden seni daha çömez, daha paragöz, daha entrikacı bilirdim. Ama eserlerinle daha çok vakit geçirdikçe, hakkında daha fazla sorup soruşturdukça, meğersem o söylenenlerin hepsinin Mikelanjelo hayranlarının kıskançlıkla yaymaya çalıştıkları, yarısı doğru yarısı yanlış bilgiler olduğunu öğrendim. 



Senin peşinden neredeyse doğum yerin, memleketin Urbino'ya gidecektik. Meşhur Fransız yazar Stendhal "Roma'da gezintiler" kitabında diyor ki; Ah bir görseniz Urbino'yu... Bu kadar güzellik, bu kadar duygu, bu kadar hassasiyet nereden gelmiş Rafa'ya çok daha iyi anlardınız...

Urbino'ya gidemedim ama hakkında okuduğum her şey, görebildiğim her eserin, edindiğim her bilgi seni daha da çok merak etmemi sağladı. Seni tanımak zorunda hissetim kendimi!!


Baban gibi sen de ressam olmuşsun genç yaşında; hatta çok genç yaşta büyük ustaların atölyelerine çırak olarak yollamışlar seni... Ama senin o Tanrı vergisi yeteneğin, babanın ortalama yeteneğini ilk günden itibaren gölgede bırakmış, ondan öğrenecek hiçbir şeyin kalmamış çok kısa sürede. Hatta ustan Perugino'nun tekniğini, tarzını, elini, kalemini, Perugino'dan bile daha iyi yapar hale gelmişşin. İnsanlar Perugino'nun eserlerinde değişik bir duygu yakalamaya başlamış senin gelmenle birlikte.. Çizdiğin, boyadığın her esere kendi güzelliğinden katıyordu diyorlar hep.  


Belki Stendhal'in dediği gibi doğduğun Urbino'nun toprağından suyundan sen de etkilenmiş olacaksın ki, geç yaşından itibaren son derece ince ruhlu, hasas, özgüveni olan ama hırçınlıktan uzak; güzele hayran- her anlamda ;-)... tatlı dilli, oturmasını kalkmasını bilen kelimenin tam anlamıyla: tam bir Rönesans Çocuğu/Delikanlısı olmuşsun :)) .... 



Belki de entrikacı damgasını almasının sebebi de budur. Hatırlarsanız, Mikelanjelo Rafa'nın tam tersi aksi, sanatından başka birşeyle ilgilenmyen, tek bi dostu bile olmayan olağan üstü bir yetenek ama bir o kadar da asosyal bir sanatçıymış... İşte bu yüzden, Rafa'nın saraylarda, kardinaller ve dükalar arasında rahat tavırları, ruhunun inceliğ ve hoş sohbeti, sanat patronlarını kendine hayran bırakacak ve her ortamda onu övmelerine, yeni resimler sipariş etmelerini sağlayacak ekstra bir özellik olarak da algılanabilir. 



Urbino'dan ayrıldıktan sonra Rafa Rönesans'ın beşiği Floransa'da bir süre geçirip, birçok usta'dan etkilenip, kendi çizgisini daha da geliştirmış... Etkilendiği ustalar da yabana atılacak türden değil hani :P Leonardo Da Vinci'den bahsediyoruz !.. Floransa'dayken Rafa Leo'nun insan vücüdunu açık harita gibi okuyabilmesine duyguğu hayranlıkla, yavaş yavaş kendi eserlerinde figürlerini hareket halinde çizmeye başlamış, aralarında göz teması kurdurarak hikayeye derinlik katmış, jeometrik alanlara bölerek tuvali farklı kompozisyonlar yapmaya başlamış ve gene Leo'nun Mona Lisa'da en net görebileceğimiz "puslu" tekniğini daha yaygın şekilde kullanmaya başlamış bizim Rafa (puslu dedim ama orijinali sfumato'dur ve çizgilerin belirsiz bir şekilde, neredeyse bir pus tabakasının arkasından gözükmesine denirmiş). Yandaki tablo için, hemen Mona Lisa'dan sonra, Leo'nun portrelerde vücudu ottuturma şekli, tabloyu iki alana bölüşü ve peysaj kullanma tarzından doğrudan etkilendiği söyleniliyor :) 

Hatırlatma: Bu yavaş yavaş ustalık dönemine doğru attığı adımlarda Rafa daha sadece 20'li yaşlarının başlarındaydı!!!  Sen neymişsin be Rafa !? :)) 

-----

Lahananın notu:  Kötü çocuk Rafa 2 "İtalya'dan bir çizme almadan dönülmez" alışverişinden hemen sonra devam edecektir.. Malum, günler sayılı.. 2 gündür yayınlanmayı bekliyor yukarıdaki bölüm ama bir türlü evde durmadığım için aksadı. Ben de Yazıyı ikiye bölmeye karar verdim. 

Sanatseverin notu: yukarıdaki resimlerin hepsi Rafa'nın Roma'ya gelmeden önceki, Floransa dönemine ait resimleri. Roma'ya 22 yaşında geldiğini de  gene bir kez daha hatırlatırım (unutmayacaksın ey okuyucu !!! :P).... biz ne yapıyorduk o yaşlarda?? ders kırıp, laklak ediyorduk okul bahçelerinde.. peeeeh!!! :((

Meraklısına not: 
1.resim: Rafa'nın çocukken yaptığı otoportresi (!!!)
2.resim : Louvre Müzesinde bulunan, La belle Jardiniere lakaplı tablo- Leonardo Da Vinci ustadan etkilendiği söylenilen bu tabloda, Rafa Meryem Ana'yı daha rahat, daha samimi bir pozda çizmiş. Bilginize, bu Madonna tablosu için, Rönesansın en meşhurlarındandır deniyor :))
3.resim : Madonna dei Garofani, National Gallery Londra'da bulunmaktadır. Gene Leo'dan esinlenilen bir kompozisyon.. Ancak, renklerin canlılığına tikkat!! :)
4.resim: Agnolo Doni portresi, Pitti Sarayı Floransa'da sergilenmektedir. 

--- Arkası Yarın-------- :P


Tuesday, October 18, 2011

Sonbahar rüzgarı





Bakmayın sessiz kaldığıma şu sıralar, sebebi sıkıntı ve uyuzluk değil. Tam aksine fellik fellik gezmekten yazamıyorum hiçbirşey :P

Aslında sıkıntı yok desem yalan söylemiş olacağım. Fena bir Roma'dan kopma sendromu yaşıyorum, hiç sormayın... Büyük göç öncesi stresimi saçma sapan herşey için döktüğüm göz yaşlarımdan anlıyorum. Birisi bana üzücü bir şey anlatsın başlıyorum böhööööööööö salya sümük ağlamaya!!! Saçma sapan True Blood gibi bir vampir dizisinde (saçma sapanlığı vampir dizisi olduğundan değil elbet, sadece durumun saçma sapan oluşunu vurgulamak için şeeetmiştim... yoksa Eric the Viking'in hastasıyız !!) Evet, ne diyordum??? Hah, True Blood gibi bir dizide bile böhöööööö diye ağlıyabiliyorum, tamam sanırım yeterince vrugulayamadım durumumun vahametini: Doctor Who seyrederken ağladım en son dün!!!!! Durumun melodramatik etkisini açıklamaya yetiyor olması gerek, di mi???

Sinirlerim bozuk. Taşınmak istemiyorum. Yoruldum. Mesleğimden kopmak hiç istemiyorum. Belirsizlik beni korkutuyor. İtirafın en büyüğü: NYC beni ürkütüyor!!! İnsan ölçeğinde ve heryerinden güzellik akan, toprak rengiyle sımsıcak Roma'dan; megaşehir beton cenneti NYC'de, 28inci kattaki dairemize taşınmak beni ürküyüyor.

Duyanlar anlam veremiyor bu ayrılık sıkıntıma, ayaklarımın geri geri gitmesine. Ama tüm samimiyetimle Roma'da yaşamak bana çok iyi geldi. Yaşadım diyebilirsem ona da aslında.. Geçtiğimiz sene ayda 2 kere gidip geldim hep; bazen 2 ay boyunca gelemediğim oluyordu, geldiğimde de bir hafta kalıp geri gidiyordum.. Yoruldum, çok yoruldum aslında.. Belki de iyi gelecek biraz dinlenmek. Kafamı dinlemek, kendime zaman ayırmak. Ama diğer yandan, seviyordum ben bu kadar yakın olmayı Türkiye'ye... Bu gidiş gelişler yorsa bile, çalışmak kadar güzeli var mı?? (tamam, biraz abartıyor olabilirim, insanoğlu zorunlu olmasa çalışmaz belki; ama, sevdiği bir işi yapıyor olmak tatlı bir yorgunluk oluyor valla (bir zamanlar umutsuz ev kadını olmuş birinin itirafları :P))

Ama ama... daha Venedik'e gidecektik.. Milano'da podyumda yürür gibi sokakta yürümeyi öğrenicektim hani? Napoli'de Sofia Loren'leşecektim daha ben... Prada'yı, Fendi'yi talan edecektik bir de hani ?? Ne oldu?? Süremiz mi doldu? Hay aksi...

Zaten İtalya'da son bir haftadır inanılmaz bir sert rüzgar esiyor. Sanarsın beni buralardan koparıp uzaklara savurmak istiyor. "Hadi kızım, hadiiii... senden sonrakilere de fırsat ver biraz... hadi naş naş" dercesine dengemi bozuyor yürüken Roma sokaklarında (Toskana'da başlamıştı zaten namussuz!)

Neyse, gene de gitmeden bol bol gezdim diyebilirim. Son bir kez Floransa ve Siena'ya gittim. Bu sefer Uffizi Müzesinde Boticelli ve dönemin diğer ustalarına saygılarımı sunup da geldim.

Valmontone Outlet'ine gittim, oh be! Yok, boşuna merak etmeyin ekstra görülecek, alınacak hiiiç bişicikler yok. Ben ettim, siz etmeyin.

İmparator Adrian'ın yazlık villasina (!?) gittik. Yukarıdaki gün batımı da orada çekildi zaten.

Süper bir Sardunya Adası Balıkçısı keşfettim (peki, tamam keşfettirildi işte).. Ama zaten genel tema yeme&içme üzerine kurulu bir hayat olduğu için bizimkisi, sanırım geçtiğimiz haftalarda bol bol yiyip içtiğimi söylesem çok şaşırmazsınız zaten (Allahtan evde tartı yok!)

Vatikan Müzesine 4üncü kez gitmeme rağmen, nasıl olduysa bu sefer bütün bir günümü geçirdim!! (ama görmediğim kadar da kalabalıktı içerisi, veeeeee bu kalabalık yüzünden Sistine Şapelinin içinde kimsenin resim çekmesine birşey demediler!! Serbest Foto Günü, yihuuuuuu !!!!)))




Ah, aaah....

Sonbahar renkleri İtalya'ya çok yakışıyor. Roma ayrı bir güzelleşti, Toskana ise olağanüstü bir güzellikteydi.


Şu rüzgar beni götürdü götürdü.. yoksa kök salıcam bu memlekte....


*****

EDIT : Valla dayanamadım 24000 Baci'yi de koydum. Kulağımızın pası gitsin azıcık :))




Tuesday, September 20, 2011

Kole Isaura

O odayi duzelt, surayi tasi, bu depoyu yeniden duzenle, atilacaklari at, verilecekleri ver, goturulecekleri ayir, kalacaklari duzenle; yeni bir dolap al, icini birakacagin esyalarla doldur; babanin 2 senedir rica ettigi ama senin hep ihmal ettigin kutuphane hayalini gerceklestir; ikea'dan kutu kutu kutuphane tasi, monte et, yerlestir; ruh sagligin icin spor ve yoga yap, enerji versin, vitamin depola diye taze meyve suyu icmeye calis; anneyi her gun disciye gotur; manikur yaptiracagin gunun hayalini kur, cikan beyaz saclarini her gordugunde 'ben boyle nasil dolasiyorum' de; kosturmadan dolayi verdigin 3 kilo icin sevin; doktor islerimi gitmeden halledebilecek miyim de; agregasyona da giricez ama nasil gircez diye kara kara dusun; butun isleri bitirince kaplicaya gitsem mi ki diye hayaller kur:  yeniden yararilmis sekilde sac, kas, biyik, el ayak 4/4'luk sekilde kuaforden cikacagin gunu dusunurken bile gozlerin dolsun...

Gundemim budur arkadaslar.. 2 haftadir kole gibi calisiyorum, kendime tatil verecegim gunun hayalini kuruyorum!

Vzzzzzzt hizli film seritleri seklinde gozumun onunden gecen sahneler: Ankara, Roma, anne&baba'yi Italya'da gezdir, Roma'ya veda, salya sumuk, tekrar Ankara, valiz topla, evi kapa, son gunlerin tadini cikar, vedalar medalar hooooop .....ileriye sardim, veee:

NYC'de birinci gun:

Sil bastan ev kur!!!

Evin her odasinin olcusunu tek tek al, hepsini kafa defterine not et; once bir piyasa arastirmasi yap ama en kisa zamanda karara bagla ve (muhtemelen ikea!) butun ev mobilyalarini tek bir adresten almaya ozen goster; elindeki listenle mobilya dukkanina git.... (hadi sans senden yana ve boya badana ihtiyaci olmadigini varsayiyoruz evin!)

koltugu, sehpasi, yemek masasi, sandalyesi, bufesi, halisi, Tv kosesi, muzik kosesi, calisma masasi, tablosu, kutuphanesi, lambasi, avizesi, banyo paspasi, ecza dolabi, sabunlugu, wc fircasi, dus perdesi, mutfak perdesi, kahve makinesi, tost makinesi, kettle'i, mikro dalgasi, masasi, bicagi, kepcesi, kesme tahtasi, suzgeci, tenceresi, fincani, tepsisi, kupasi, tabagi, bardagi, canagi, masa ortusu, catali bicagi, pecetesi, havlusu, aynasi, yastigi, yorgani, carsafi, nevresimi, yatagi, elbise dolabi, ayakkabiligi, bilgisayari, televizyonu, interneti, kablolu yayini, gsm operatoru, tarifesi, marketi, kuru temizleyicisi, manavi, balikcisi, esnafi, mahallesi...........  diye diye yeni bir ev, yeni bir hayat KUR !


Butun GOCEBELERE, GURBET KUSLARINA, KOLE ISAURA GIBI CALISAN EV KADINLARINA,  BENIM GIBI Y MESLEK GRUBU ESLERINE....

 IBO'DAN ALLAHIM NEYDI GUNAHIM gelsin!!




Wednesday, September 14, 2011

Evdeki ses, evdeki ses...

... BOMBA !!!!! diyerek devamini getirmemi isterdiniz di mi??

Yok kardesim, evdeki ses bomba momba degil!! Evdeki ses son derece kil bir ses...

Ankara'ya geldigimden beri dogru duzgun uyku uyuyamadim (annemlerin evi haric, mmmm; yok vallahi baba evi gibisi :P insan butun derdini tasasini kapida birakip oyle giriyor sanki o eve :P).

Ne diyordum? Hmm, evet... Her gece patir kutur seslerle yatagimda sicriyorum adeta. Hayir simdi ben zaten huylanan biriyim, o yuzden kulaklar dik yatiyorum ve bazen sirf huylandigim icin butun kapi pencereleri siki siki kapar oyle yatarim (bu da tirsik dememek icin buldugum yeni kelime: huylanmak !) 

Seslerin once nereden geldigini tespit ettim: cati. Sonra bu seslerin, isi degisikliginden oturu esneyip gerilen yapi malzemelerinden cikabilecegini varsayarak, rahat bir nefes alip uykuma geri dondum (neymis yani: her perili evi perili sanmayin!!) 

Sonra, gecenin bir korunde aniden biri misket dusurmuscsine catidan gelen sesle sicrayarak uyanir oldum. Bu sefer sucluyu saksagan ilan ettim. Zaten gun boyu o cati senin bu cati benim bahcenin etrafinda fink atiyorlar :))

Gel gor bende simsekler yavas yavas cakmaya basladi, ipuclarini birlestire birlestire; ve her duydugum sese pur dikkat odaklana odaklana sonunda evdeki sesin kaynagina ulastim !!!

Sonraki paragraflar hassas bunyelere uygun degildir- uyarmadi demeyin!!!!!

Efendim.... o "evdeki ses, evdeki ses... BomBa" hakikaten benim icin bomba gibi bir gercek olarak hayatima giriverdi...

Duydugum sesleri, benimle birlikte uyumaya ikna ettigim annemle paylastim (ne yani siz buyudunuz diye artik anneciginizle uyumaz mi oldunuz??)

Annecigim en dogal ses tonuyla " Sizin odanin catisi cok yuksek ve arada bir cati boslugu var" dedi. Bunu demekle kalmayip bir de ustune ustluk soyle bir cumle ekleyiverdi (gene en dogal ve sakin ses tonuyla!) "herhalde faredir"

Dunyam yikildi!! Basimdan asagi kaynar sular indi!!! Bayilip bayilip dirildim sandim!!! 

Annemin soguk kanlilikla benimle paylastigi bu bilgiyi, ben bu sefer biraz daha endiseli bir ses tonuyla ama hep saka temasinda once ilker'le, sonra da babamla, sonra da abimle paylastim...

Herkesten gelen cevap ayniydi: "olabiliiiir" 




Su satirlari yazarken bu sefer de bilye degil sanki bozuk para dusercesine catir cutur sesler geliyor cati boslugundan....

Ben ne mi yapiyorum?? Hiiiic bozuntuya vermeden hala oturmus blog yazisi yaziyorum bu konuda. Ne demisler: Korku, yenilmek icin var olan bir duygudur!! 

Hiiieyt!! El mi yaman, ben mi yaman?!! Son gulen ben olacagim, hahhhaaayt !! Su an sadece biraz daha sure tanimis durumdayim size.. o kadar.

Neden diyeceksiniz? Neden ciyak ciyak o evden kacip, huzurun hic eksik olamdigi 'baba evine' siginmadin?

Niye kacacakmisim efendim? Onlar kacsin benden ! (batan gemiyi terk etmeyen kaptan misali!)

Bir de itiraf etmem gerek. Her ne kadar dusuncesi bile beni igrendirmeye yetiyor olsa da..




Su lanet olasi Ratatouille filmini seyredeli ben bir garip oldum !!!!!!!!!!!!



Gozumun onune yukarida koloni halinde yasayan Remy ve saz arkadaslari geliyor. Surunun reisinin (yani Remy'nin babasinin) ogluna "insanlara bulasma sakin"  uyarilari kulagimda cinliyor hala!

Sevimli de geliyorlar keratalar.. Ben kimim ki benim kadar bu dunyada var olma hakkina sahip bir baska canliya  "sen igrencsin o yuzden gebermelisin" diyeyim???

Ic sesim " N'ooooldu?? Cok mu cizgi film seyrettin?" diyor


(EVET!! Bu da gene cizgi film sevgisinin bir  baska urunu!!! Kahrolsun BEE MOVIE!!! )


Anlayacaginiz derdim buyuk... elim telefona gidip gidip duruyor... bu isi kokunden cozmem gerek, ben de biliyorum.. Ama boyle bir katliama sebep olmak da istemiyorum! Garip miyim neyim???

Ben biliyorum sonunda olacagi.. "Aaa Remy eve kiz getirdi; aaa Remy ve saz arkadaslari rulet oynuyooo; aaa Remy'nin torunlari oldu" diye diye bir gun o torunlardan biriyle burun buruna gelicem ve patlatacam cigligi!!

Sonra da sittin sene bu eve adimimi atamayacagim.. Taaa ki komple butun evi dezenfekte edene kadar (10bin kere!!).

Haa, niye mi bu kadar rahatim? Her gece kapi pencere full kapali yatiyoruz! Annemin o sakin ve dogal ses tonuyla verdigi bilginin icerisinde catinin evle hicbir baglantisinin olmadigini ogrendim ya, ondan ;-) (yani boru moru gecmiyor kardesim, komple kapali!! bizim eve giris yok!!!....) (... bak yazarken birden o kadar emin olamadim kendimden...)


Ay tamam! Yeter bu kadar ratatouille muhabbeti... 

Hepinize Remy'siz geceler diliyorum!!!






Sunday, September 11, 2011

Yazacak cok sey var halbuki... (o yuzden ayfon uygulamalari hakkinda yazmaya karar verdim!?)

Yazacak cok sey olmasina ragmen, ben isinma turu olsun, ellerimin pasi gitsin diye kisa bir yazi yazarak ise koyulayim dedim :)

Malesef bu yazi Apple'cilarin isine yarayacak turden olacak :(( Cunku kesfettigim ve hastasi oldugum iki yeni uygulamadan bahsetmek istiyorum ve malesef bu uygulamalar ne android, ne de blekberi icin mevcut degil :(




Ama inanin bana, bunlari Ayfonunuza ya da Aypedinize yukleyerek maksimum fayda elde edeceksiniz - Garanti ! Ehe ehe :)) Benim gibi hatta manyagi olur cikarsiniz belki de :P

Efendim, birinci uygulama Nike'a ait ve bedava bir uygulama !

Bu arada, ben artik bazi seyleri Amerikan aksaniyla okumaya ozen gosteriyorum (!!??), o yuzden senelerdir bildigimiz Nayk'imizi, lutfen  bundan boyle Nayki diye telafuz etmeye ozen gosterelim - bu da benim Amerika oncesi "adaptasyon" calismalarimdan biridir :P



Evet, Nayki genc, dinamik, sehirli kadinlar icin (illa bir de sehirli olacak ya!) evde kendi kendine yapabilecekleri super bir spor uygulamasi yaratmis : NIKE TRAINING CLUB (tikla) kisaca NTC yani.

Farkli ihtiyaclara gore 4 kategori sunuyor. Bu kategorilerin hepsini 3 ayri seviye icin ayarlamis (baslangic/orta/ileri) ve gene her seviye icin 30 veya 45'er dakikalik programlar hazirlamis. Buna ek olarak, bu 30 veya 45 dakikalik spor programina destek verebilecek ozel olarak basen, bacak, kol, sirt vs gibi bolge calistiran egzersiz programlari da bulunuyor :)


Yani insan hic evden cikmadan, sanki ozel bir antrenorle birlikte kendine super bir egzersiz programi hazirlamis gibi hissediyor :))

Roma'da evi spor salonuna cevirdim resmen! Spor yaptikca hangi hormon salgilaniyordu..??  Hangi hormon olursa olsun valla hakkini vermek lazim! Cunku benim yaptikca yapasim geliyordu :) Ve inanin 2.haftadan itibaren, haftada 3-4 gun 30'ar dakikalik rutinlerle gercekten de vucudumda degisiklikler fark etmeye baslamistim...

Ama o ilk gunumu ne siz bana sorun, ne ben size anlatayim!!! Tamam, nasil hamlamis oldugumu gozunuzde canlandirmaniz icin soyle soyleyim ben: 5 gun boyunca oturup kalkarken agladim resmen!!! Gozunuzde canlandi mi o halim? Iyi...

Neyse, bu uygulamada en sevdigim seylerden birincisi, her hareketin videosu var. Bu videolara hareketi yaparken "dogru mu yapiyorum acaba?" dediginiz an ulasabiliyor olmaniz da ayri bir guzellik :)))

Ikincisi, kendinize super motive edici bir muzik listesi yapip, 30 dakika boyunca kendi secmis oldugunu listeyi dinleyerek egzersiz yapabiliyor olmak cok hosuma gitti !



Bir de tabii Amerikan ekolu bir uygulama oldugu icin "Son 10 saniye; Ha gayret; Supersin! Basardin!" tarzinda ozel antrenorunuz sizi gaza getiyor bol bol :))

Hatta bence simdiye kadar yapilmis en GUZEL uygulama budur! Hem bedava, hem faydali, hem cok pratik, hem de cok kapsamli :)) Bundan iyisi Sam'da kaysi !!


-----



Bahsetmek istedigim ikinci uygulamanin once bedava surumunu indirdim. Ama sonra beni kesmedigini fark edince, 1 veya 2 dolara (unuttum simdi fiyatini) full versiyonunu yuklemeye karar verdim ve pisman degilim.


Bu uygulama bir YOGA uygulamasidir. Benim gibi yoga'yi seven, ama kursa gidecek enerji ve zaman.. hatta istek bulamayanlar icin ideal bir cozum bence. Tek ihtiyaciniz olan sey bir yoga halisi :)

Ismi sanirim (Viaden) Yoga Application.

Bunda karar kilmadan once, inanin bana bedava olan bir suru farkli yoga programi yukledim ve denedim. Ama bedava versiyonlar arasinda  gene en iyisi buydu..

Digerlerinde ne zaman bir pozisyonun uygulanisina bakmak istesem beni hooooop youtube'a bagliyordu! Gicik oldum hepsine!!! Bir tane daha vardi ilgimi ceken ama o da sirt icin ayri bir yoga programi satiyordu, denge icin ayri, ot icin ayri vs. vs...  Ugrasmak istemedim acikcasi. Kararimdan da memnunum ki size de oneriyorum :))

Ama, bir noktaya dikkat cekmek isterim. Uzman degilim ama kanimca sifirdan yoga'ya baslamak isteyenler icin cok uygun degil bu tur yoga applicationlari. Sadece havasini solumak. mantigini biraz kavramak, nefesin onemini hatirlamak icin once bir yoga dersine katilmak iyi olur gibime geliyor. Ben seneler boyu yoga'ya bir giden, bir gitmeyen tiplerdendim. Gitmememin sebebi nedense ders saatlerinde hep yapacak baska biseyimin olmasi veya cooooook useniyor olmamdi. O yuzden, evde istedigim saate, istedigim uzunlukla bir rutin secmek bana cok iyi geldi :)

Roma'da cok uzun bir sure her gun yogami yaptim, hatta tatile inanmazsiniz yoga mat'imi bile goturdum ve gene inanmazsiniz ama yogami da yaptim!!! Aferim bana valla :))

Bazi hareketleri onceleri yapamiyordum, onlari da yavas yavas yapabilmeye baslamak guzel bir duygu oldu :) Kendini disipline sokup, vucudu ve sagligi icin birseyler yapiyor olmak hakikaten garip bir gurur kaynagi oluyor :)

Bu programda sevdigim ozellikler sunlar:

- Dort ayri seviye icin onceden hazirlanmis ve belli bir amaca hizmet eden yoga rutinleri var. Mesela sirti ve gobegi guclendiren bir rutin var ki, bence cok basarili. .

- Bu rutinleri yoga hocasinin sesli talimatlariya yerine getiriyorsunuz

- Secebileceginiz birkac "zen" muzik arasindan kendi fon muziginizi veya ayfonununzdaki listelerinizden birini dinleyerek de rutininizi yapabiliyorsunuz.

-Anlamadiginiz bir hareketi ya video ya da aciklamali olarak tekrar okuyabiliyor veya seyredebiliyorsunuz.

- Istediginiz yerde durabiliyor, programi sonlandirabiliyor ve takvime kaydedebiliyorsunuz.

-Takvimden hangi gun hangi saate hangi rutini yaptiginizi gorebiliyorsunuz.

-Hazir rutinlere ek olarak, bir de gene 4 ayri seviye icin 100 kusur yoga pozisyonu albumu var.

-Albumdeki pozisyonlarin aciklamalari, videosu ve bir de hangi kas grubunu harekete gecirdigini gosteren bir resim var bazilarinda.

- Albumdeki pozlardan kendi rutininizi olusturabiliyorsunuz. Ben yaptim, cok basarili olmadi ama :(



Aklima gelen ozellikleri bunlar. Aslinda ozelliklerinin hepsini cok kullanisli ve faydali buldum :)) Insan kendi temposunda yasamak istiyor bazen. Ben su siralar oyleyim sanirim. Bir de Roma'da ne spor salonu, ne de yoga dersi ayaracak hal yoktu bende. Sadece hareket etmek zorunda oldugumu biliyordum ve bunun icin bir cozum bulmam gerekiyordu. Benim cozumum teknolojik destekle geldi :P


Efendim, sebebini sormayin. Amaaan...surada biz bizeyiz  di mi?? Olay suradan cikti: insan 20'sindeki gibi olmuyormus 30'larinda.. Hele bir de artik tiroidlerim calismaz ve disaridan hormon ilaci almaya baslar oldugum icin aboooov... gelsin bana ekstradan 10kilolar :))) Once deli oldum, sonra yakistigini fark ettim (yok, valla cok zayifmisim ben (47yi gordugumu bilirim!)). O yuzden, kilo almak iyi geldi ama giderek daha fazla kendini gosterir hale gelen gobusum beni fena bunalima sokuyordu... Buna bir de saglikli yasama bilincini ekleyin.. 35'e yaklasma panigini de 3'le carpin. Iste size sebep!! :D


-----


Neyse, uzun lafin kisasi, demis oldugum gibi bu bir isinma turuydu benim icin. Daha guzel, daha sicak temalarla geri donecegim. Vatikan Muzesine 3.kez gittim ve artik bir Rafael yazisi yazma zamani geldi de gecti bile!!

Adroidciler, blekbericiler lutfen kusuruma bakmasinlar ama ozellikle NTC uygulamasi malesef sadece Ayfon ve Ayped'de var...





.

Thursday, July 21, 2011

Rock N' Roll is Free !!



Bir önceki yazımda Roma yazlarından bahsetmiştim, bu sene kimler Roma'da konser veriyor derken, bir iki isim de vermiştim ya örnek olarak.... hihihih :))

İşte geçen akşam sevdüceğümün süprizi sayesinde, o saydığım isimlerden Ben Harper ve Robert Plant'in konserine gittik :)) Uzun zamandır konsere gitmeyen biri için gerçekten de kulaklarımın pası gitti diyebilirim !

Ancak, sabahtan beklenilen yağmur yağmadığı için malesef Robert Plant'İn sahneye çıkmasıyla başlayan ve Ben Harper'da artık iyice şiddetlenen bir sağnak yağmur yedik kafamıza !! Gülmeyin, kırk yılda bir güle oynaya bir konsere gidesimiz olmuş, onda da iliklerimize kadar ıslandık valla!!



Ama DEĞDİ!!! O kadar kalabalık olmasına rağmen çok samimi bir konser oldu. Eee, herşeye rağmen yağmurun altında kalanlardan Ben Harper bile etkilendi ve konserin kalibresi değişti birden :))

Tabii Roma gençliği hazırlıklıydı: şemsiyesiyle gelenler, yağmurluklarını çekip gelenler, efendime söyliiim bir de sonradan kapıda satıldığını öğrendiğimiz plastik yağmurlukları kapıp da gelenler vardı..


Ah, ahhhh... Biz ise aslanlar gibi ISLANDIK!! Yedik bütün yağmuru!!! Sonra bir ara akıl ettik de gidip birer kuru t-shirt, kasket, çanta vs aldık..... ve elimizdeki bu yeni imkanlarla azıcık da olsa kendimizi kuru tutmaya çalıştık... nafile!! Islandık mı biz böyle ıslanırız işte :P Yarım iş yok bizde, ahahaha... Tabii, ben içten içe "şifayı kapmazsak iyidir" diye mırıldandığımı çok iyi hatırlıyorum :P.  Bir yandan hayatımda kimse için böyle ıslanmayı göze almayacağımı düşüne dururken, diğer yandan da, keşke birileri "hadi gidiyoruz, böyle konser olmaz olsun" demesini de içten içe bekliyordum.. Ama yok, dedim ya.. Biz ıslanırsak böyle ıslanırız! Kimsenin gıkı çıkmadı (tamam ben azıcık çıkardım ama çok düşük volume'lü bir gıktı-kimseler duymadı :P) 



Ben Harper'ın bile gıkı çıkmadı.. Ki sahneye çıktığında çok şiddetlenmşti yağmur. Hatta bu konser kesin iptal olur derken, bir de ne görelim koskoca sahneden aşağı ip gibi su akıyor şarıl şarıl.. Dedik elektrik çarpar yahu, buna Ben Harper bile dayanamaz.. Kesin iptal !

Yok, iki şarkısını elektrik çarpmasını göze alarak söyledikten sonra, bir ara veriyoruz dedi ve sahneden kaçtı kadife sesli sanatçı. O kaçışı fırsat bilen 10.000 kişilik hipodrom seyircisiyle birlikte biz de koşa koşa üstü kapalı yemek standlarının oraya attık kendimizi..

Bu vesileyle işte üzerimize yeni t-shirt, kafamıza birer kasket, daha sona gene kafaya geçirilmek üzere birer de konser torbası aldıktan sonra, kendi aramızda durum değerlendirmesi yaptık.. Yağmurun durma ihtimali nedir? Roma merkez'de yağmur durmuş mu? Rüzgar kaç km hızla esiyor? Bulutlar kaç saate dağılır? Islak zeminde kablolar kısa devre yapar mı diye kafa patladururken... Anaaa !!!
Ben abimiz tekrar sahneye çıktı ve huraaaaaa... konseri terk edenlerden doğan boşluk sayesinde daha bir önlerde, daha bir güzel yerden.. AMA GENE ISLANARAK, konsere kaldığımız yerden devam ettik..

Allahtan, 20 dakika sonra bütün bulutlar dağıldı da biz de çamurlu hipdromda, en azından ıslanmadan Ben'ito Harper'ın daha bir içten ve samimi söylediği şarkılar eşliğinde mırıl mırıl sallandık yerimizde :))


Neymiş efendim, azcık Mc Gyver'lik, azcık sabır ve 2 doz Rock N' Roll aşkıyla üstesinden gelinemeyecek hava muhalefeti yoktur :P

Ama siz, siz olun.. gene de çantanızdan incecik plastik yağmurlukları ayırmayın derim..

Thursday, July 14, 2011

Estate Romana - Roma Yazları

Borghese aslında iki bölümlük bir yazı olacaktı ama baktım gene lafı uzatma konusunda kendime hakim olamıyorum, o yüzden kısa kesip, Roma'nın Yaz akşamlarını da ayrı bir yazıda yazmaya karar verdim.

Efendim, şimdi ilk önce şunu söyleyim: Roma yazları çoooook sıcak oluyor! Ama insan bununla da yaşamayı öğreniyor :) Mesela ben artık her öğlen siesta yapıyorum, e zaten bizim mahalle esnafı dükkanları kapıyor 4-5e kadar, meyve sebze almak istesem heryer kapalı.. o yüzden ben de Romalılar gibi kestiriyorum öğlenleri ;))


Ama Roma'yı gezmeye gelmişseniz ve akşama kadar o çeşme benim, şu heykel senin diye dolaşırken ölmediyseniz henüz (aslında yazın pestili bile çıksa insanın ayrı bir enerji stoklamış oluyoruz bence), o zaman siz de yazın Roma'da kalan Romalılar gibi kendinizi şehrin sunduğu zengin seçeneklerden birine atıverin...

Menüde ne mi var? Konser mi istersin, opera mı, bale mi, yoksa sadece piyasa yapacak veya buz gibi
karpuzunu yiye yiye ( ya da buzzzz gibi granita'nı içe içe) her yaz açılan gece pazarlarında mı gezmek istersin? Valla seçenek çok :))


Şu karpuz işini ben çok seviyorum, Roma'da sokaklarda taze kesilmiş, kuplarda satılan soğuk meyve satıyorlar :) Nasıl ferahlatıcı olduğunu söylememe gerek yok herhalde, hem de sağlıklı ;)) İlker'le düşündük, keşke bizde de, mesela Ankara için söylüyorum, Tunalı'da (aklıma yaya gezilecek tek mekan burası geldi de ondan!!! ne üzücü, ooofff!!) satılamaz mı kokteyl bardaklarında kesilmiş karpuz ?? Daha da güzeli, deniz kıyısında satılsa, plajlarda... Girişimci ruhumuza ne oldu anlamıyorum, çoktan bu işe el atmış bir sürü insan olmalıydı bence!


Neyse, konuyu dağıtmayalım.. Roma Yazları diyordum :)) Benim gözlemlediğim en hoş özelliklerinden biri bu İtalyanların hep sokaklarda olmaları. Sokak derken, harbi sokak.. Açık hava'da bistro masalarında piyasa yapmaktan bahsetmiyorum, hayır. Ellerine içkilerini alıp, meydanlarda, çeşmelerin köşesinde, heykellerin ayaklarında, köprülerin üzerinde grup halinde takılan özellikle gençlerden bahsediyorum. Her mahallenin bir "bar"ı var, ve iş çıkışı herkes bir kadeh aperitif ve bir tabak meze vari birşeyler atıştırmak için buluşmuş oluyor.  


Bir de tabii gene Tiber nehrinin kıyısına kurulan yazlık mekanlar. Ne yalan söyliim, ben yukarıdaki fotodaki havuz olayını bu sene daha yeni görüyorum. Geçen yaz daha fala Trastevere (öneriler için tıkla) bölgesinde takıldığımız için, Garibaldi ve Sisto köprülerinin oraya kurulan gece pazarlarını ve nehir kıyısında yemek ve içki satan yazlık mekanları biliyordum. Bu yaz yolumuzun üstü olduğu için kaç defadır Castel San Angelo'nun önündeki curcunayı görüyordum ama bir türlü durup gezememiştik. Geçen akşam perişan kıyafetlerimizle bir tur attık ve tıpkı gençliğimizde olduğu gibi, langırt ve ping pong masaları etrafında toplanmış bir kalabalık gördük :)) Gece pazarının standlarının arasında da gene açık havada birşeyler atıştırmak, birer içki keyfi yapmak için masalar kurulmuştu. Bir başka bölümde eski kitap satan standlar kurulmuştu, hatta müzikli ve şiirli bir kitap dinletisi de vardı (böyle mi deniyordu bilemedim birden..). E bir  de çocuklar için kurulmuş bir atlıkarınca vardı.. Sakin ve keyifli bir Roma yaz akşamı işte :))


Malesef kıyafetkelerimiz müsait olmadığı için aklımızın kaldığı nehir kıyısındaki nargileciye inemedik :( Bella Figuramızı bozmak istemedik (İtalya'ya gelip de bir Bella Figura edinmeden dönerseniz ayıp derim.. daha sonra anlatıcam ne olduğu, az sabredin )... Yok, yok... o halimizle aşağıda bir gören olur, karizma çizilirdi valla.. bütün Roma'ya rezil olurduk. Bir sene içinde hiç mi bişi öğrenemedi bunlar derlerdi :P

Kasıntı olmayan ve keyif yapmaya müsait her tür atraksiyona zaafim olduğu için bu tarz mekanlar çok hoşuma gidiyor. Belki hatırlarsanız Audrey Hepburn'ün Vacanze Romane (Roma Tatili) filminde de nehir üstüne kurulmuş bir platformda Roma gençliği akşam dans için buluşuyordu. Demek ki 50'lerden beri çok az şey değişmiş bu şehirde, bazı gelenekler hala sürdürülüyor. İyi de ediliyor :))


Buna ek olarak, kültürel aktivitelerden de bahsetmem gerekiyor. Her yaz, Antik Roma kalıntıları olan Karakala Hamamlarında (Terme di Caracalla) açık havada konser, opera ve bale gösterileri oluyor. Bu yaz Kuğu Gölü balesi var mesela, opera olarak da Tosca'yı sahneliyorlar. Terme di Caracalla sahnesi aslında Roma Bale&Operasının yazlık sahnesi! Ne hoş di mi? Öyle bir şehirde yaşıyorsunuz ki ölümsüz eserleri ve yeni koreaografileri kışın ayrı güzel, yazın ayrı güzel (ve antik!) sahnede seyredebiliyorsunuz! Bak aklıma hep gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim Aspendos Festivali geldi, oldu mu şimdi ? :(((

Neyse, sanata ilginiz olsun olmasın, bence gelir gelmez kaldığınız otelde bu konuda hemen bilgi edinin. İngilizce yayınlanan aylık şehir rehberlerinden de faydalanabilirsiniz mesela :  Un Ospite a Roma (tıkla) ve Where dergisi. 

Şehirde olan biten herşeyden özellikle birinci dergiden ve internet sitesinden öğrenebilirsiniz. Mesela dün Chemical Brothers konseri vardı, 19 Temmuz'da Ben Harper konseri olacak, nehrin diğer tarafında bir hafta boyunca bedava konserler olacak akşamları... Ya da Sting'in senfoni orkestrasıyla yaptığı dünya turunun Roma  konseri var 30 Temmuz'da ;))

Bir başka yaz atraksiyonu da bazı tarihi mekanlar geceleri açık oluyor yaz için, bunları da bu dergilerden öğrenebilirsiniz :)))

Roma Yazlarıyla ilgili bilgilere kendi sitesinden de ulaşabilirsiniz -site biraz karışık ama en azından ingilizce versiyonu da var :) Estate Romana (tıkla), ve bir diğer site de Estate Romana 2011 (evet, gene tıklamalı :P)

Efendim cümlemize keyifli Roma yaz akşamları  dilerim :))

Ciao ciao!!


Not: Bella figura'ya giriş dersimi unutmadım. Rafael hakkında yazı sözü verdiğimi de unutmadım :P Az sonraaaaaa, diyerek beklentiyi yüksek tutmaya devam ediiim bari :D