Friday, October 28, 2011

Kötü Çocuk Rafa-1

Evet, neden, daha doğrusu kimden bahsedeceğimi anladınız :)

Rönesansın muhteşem 3lüsünün biri hakkına daha önce uzun uzun yazmıştım zaten (Mikelanjelo yahu, hatırlasanıza ! (unutanlar buraya tıklasın))


Diğeri hakkında ise  "yazdım, yazacağım; aman bekleyin; az sonra; bir sonraki yazı; geliyor; şimdi" diye diye size de kendime de illalah dedirttim... Ama artık daha fazla erteleyemezdim, zira Roma'daki son haftamıza girmiş bulunuyoruz :((

Söz vermiş olduğum ama neresinden tutup, bir türlü nasıl başlayacağımı bilemediğim; nasıl toparlayacağım hakkında ise ciddi şüphelerim olan Rafa yazımı burada değil de Ankara'dan (ki ihtimaller çok düşük), daha da kötüsü NYC'den yazmak gönlümde taht kurmuş bu güzel ülkeye ve sanata ihanetten başka birşey olmazdı diyerek... bütün cesaretimi toplayıp konuya tepetaklak atlıyorum :)



Ah Rafa, ah... Ben sana nasıl haksızlık etmişim meğersem. Sebebini açıklayabilirim, valla aslında çok basit: Vatikan Müzesini ilk gezdiğimizde biz meğersem senin Papa için baştan sona yeniden boyadığın (freskolarla döşediğin desem daha doğru olacak) odalarını hiç görmemişiz... Görmüş olaydım, hiç yapar mıydım sana bu haksızlığı.. Hiç sana seri üretici, paragöz der miydim? (tamam, diyebilirdim gene belki, pardon). Ama frescolardaki melekleri, yüzleri, renkleri, bakışları, vücutları incelerken inan gözlerim doldu. Mikelanjelo'nun eserlerine bakarken duymadığım, çok daha farklı bir duygu yaşadım içimde. 



İnan bizim evde ikiye bölündük resmen, sanırım senin döneminde de böyleymiş; sizden çok senin ve Mikelanjelo'nun hayranları arasında bir kapışma varmış. Sizler sadece sanatınızı yaparken, Roma ahalisi, Kardinaller, Floransa'nın soyluları bir seni, bir Mikelanjelo'yu öne sürüyorlarmış. Herkes kendi tuttuğu "sanatçıyı" yere göğe sığdıramazken, diğerini de alaşağı etmekten çekinmiyormuş... 



500 sene sonra, aynı çelişki, aynı rekabet bu sefer bizim evin içinde vuku buluyor. Eskiden seni daha çömez, daha paragöz, daha entrikacı bilirdim. Ama eserlerinle daha çok vakit geçirdikçe, hakkında daha fazla sorup soruşturdukça, meğersem o söylenenlerin hepsinin Mikelanjelo hayranlarının kıskançlıkla yaymaya çalıştıkları, yarısı doğru yarısı yanlış bilgiler olduğunu öğrendim. 



Senin peşinden neredeyse doğum yerin, memleketin Urbino'ya gidecektik. Meşhur Fransız yazar Stendhal "Roma'da gezintiler" kitabında diyor ki; Ah bir görseniz Urbino'yu... Bu kadar güzellik, bu kadar duygu, bu kadar hassasiyet nereden gelmiş Rafa'ya çok daha iyi anlardınız...

Urbino'ya gidemedim ama hakkında okuduğum her şey, görebildiğim her eserin, edindiğim her bilgi seni daha da çok merak etmemi sağladı. Seni tanımak zorunda hissetim kendimi!!


Baban gibi sen de ressam olmuşsun genç yaşında; hatta çok genç yaşta büyük ustaların atölyelerine çırak olarak yollamışlar seni... Ama senin o Tanrı vergisi yeteneğin, babanın ortalama yeteneğini ilk günden itibaren gölgede bırakmış, ondan öğrenecek hiçbir şeyin kalmamış çok kısa sürede. Hatta ustan Perugino'nun tekniğini, tarzını, elini, kalemini, Perugino'dan bile daha iyi yapar hale gelmişşin. İnsanlar Perugino'nun eserlerinde değişik bir duygu yakalamaya başlamış senin gelmenle birlikte.. Çizdiğin, boyadığın her esere kendi güzelliğinden katıyordu diyorlar hep.  


Belki Stendhal'in dediği gibi doğduğun Urbino'nun toprağından suyundan sen de etkilenmiş olacaksın ki, geç yaşından itibaren son derece ince ruhlu, hasas, özgüveni olan ama hırçınlıktan uzak; güzele hayran- her anlamda ;-)... tatlı dilli, oturmasını kalkmasını bilen kelimenin tam anlamıyla: tam bir Rönesans Çocuğu/Delikanlısı olmuşsun :)) .... 



Belki de entrikacı damgasını almasının sebebi de budur. Hatırlarsanız, Mikelanjelo Rafa'nın tam tersi aksi, sanatından başka birşeyle ilgilenmyen, tek bi dostu bile olmayan olağan üstü bir yetenek ama bir o kadar da asosyal bir sanatçıymış... İşte bu yüzden, Rafa'nın saraylarda, kardinaller ve dükalar arasında rahat tavırları, ruhunun inceliğ ve hoş sohbeti, sanat patronlarını kendine hayran bırakacak ve her ortamda onu övmelerine, yeni resimler sipariş etmelerini sağlayacak ekstra bir özellik olarak da algılanabilir. 



Urbino'dan ayrıldıktan sonra Rafa Rönesans'ın beşiği Floransa'da bir süre geçirip, birçok usta'dan etkilenip, kendi çizgisini daha da geliştirmış... Etkilendiği ustalar da yabana atılacak türden değil hani :P Leonardo Da Vinci'den bahsediyoruz !.. Floransa'dayken Rafa Leo'nun insan vücüdunu açık harita gibi okuyabilmesine duyguğu hayranlıkla, yavaş yavaş kendi eserlerinde figürlerini hareket halinde çizmeye başlamış, aralarında göz teması kurdurarak hikayeye derinlik katmış, jeometrik alanlara bölerek tuvali farklı kompozisyonlar yapmaya başlamış ve gene Leo'nun Mona Lisa'da en net görebileceğimiz "puslu" tekniğini daha yaygın şekilde kullanmaya başlamış bizim Rafa (puslu dedim ama orijinali sfumato'dur ve çizgilerin belirsiz bir şekilde, neredeyse bir pus tabakasının arkasından gözükmesine denirmiş). Yandaki tablo için, hemen Mona Lisa'dan sonra, Leo'nun portrelerde vücudu ottuturma şekli, tabloyu iki alana bölüşü ve peysaj kullanma tarzından doğrudan etkilendiği söyleniliyor :) 

Hatırlatma: Bu yavaş yavaş ustalık dönemine doğru attığı adımlarda Rafa daha sadece 20'li yaşlarının başlarındaydı!!!  Sen neymişsin be Rafa !? :)) 

-----

Lahananın notu:  Kötü çocuk Rafa 2 "İtalya'dan bir çizme almadan dönülmez" alışverişinden hemen sonra devam edecektir.. Malum, günler sayılı.. 2 gündür yayınlanmayı bekliyor yukarıdaki bölüm ama bir türlü evde durmadığım için aksadı. Ben de Yazıyı ikiye bölmeye karar verdim. 

Sanatseverin notu: yukarıdaki resimlerin hepsi Rafa'nın Roma'ya gelmeden önceki, Floransa dönemine ait resimleri. Roma'ya 22 yaşında geldiğini de  gene bir kez daha hatırlatırım (unutmayacaksın ey okuyucu !!! :P).... biz ne yapıyorduk o yaşlarda?? ders kırıp, laklak ediyorduk okul bahçelerinde.. peeeeh!!! :((

Meraklısına not: 
1.resim: Rafa'nın çocukken yaptığı otoportresi (!!!)
2.resim : Louvre Müzesinde bulunan, La belle Jardiniere lakaplı tablo- Leonardo Da Vinci ustadan etkilendiği söylenilen bu tabloda, Rafa Meryem Ana'yı daha rahat, daha samimi bir pozda çizmiş. Bilginize, bu Madonna tablosu için, Rönesansın en meşhurlarındandır deniyor :))
3.resim : Madonna dei Garofani, National Gallery Londra'da bulunmaktadır. Gene Leo'dan esinlenilen bir kompozisyon.. Ancak, renklerin canlılığına tikkat!! :)
4.resim: Agnolo Doni portresi, Pitti Sarayı Floransa'da sergilenmektedir. 

--- Arkası Yarın-------- :P


Tuesday, October 18, 2011

Sonbahar rüzgarı





Bakmayın sessiz kaldığıma şu sıralar, sebebi sıkıntı ve uyuzluk değil. Tam aksine fellik fellik gezmekten yazamıyorum hiçbirşey :P

Aslında sıkıntı yok desem yalan söylemiş olacağım. Fena bir Roma'dan kopma sendromu yaşıyorum, hiç sormayın... Büyük göç öncesi stresimi saçma sapan herşey için döktüğüm göz yaşlarımdan anlıyorum. Birisi bana üzücü bir şey anlatsın başlıyorum böhööööööööö salya sümük ağlamaya!!! Saçma sapan True Blood gibi bir vampir dizisinde (saçma sapanlığı vampir dizisi olduğundan değil elbet, sadece durumun saçma sapan oluşunu vurgulamak için şeeetmiştim... yoksa Eric the Viking'in hastasıyız !!) Evet, ne diyordum??? Hah, True Blood gibi bir dizide bile böhöööööö diye ağlıyabiliyorum, tamam sanırım yeterince vrugulayamadım durumumun vahametini: Doctor Who seyrederken ağladım en son dün!!!!! Durumun melodramatik etkisini açıklamaya yetiyor olması gerek, di mi???

Sinirlerim bozuk. Taşınmak istemiyorum. Yoruldum. Mesleğimden kopmak hiç istemiyorum. Belirsizlik beni korkutuyor. İtirafın en büyüğü: NYC beni ürkütüyor!!! İnsan ölçeğinde ve heryerinden güzellik akan, toprak rengiyle sımsıcak Roma'dan; megaşehir beton cenneti NYC'de, 28inci kattaki dairemize taşınmak beni ürküyüyor.

Duyanlar anlam veremiyor bu ayrılık sıkıntıma, ayaklarımın geri geri gitmesine. Ama tüm samimiyetimle Roma'da yaşamak bana çok iyi geldi. Yaşadım diyebilirsem ona da aslında.. Geçtiğimiz sene ayda 2 kere gidip geldim hep; bazen 2 ay boyunca gelemediğim oluyordu, geldiğimde de bir hafta kalıp geri gidiyordum.. Yoruldum, çok yoruldum aslında.. Belki de iyi gelecek biraz dinlenmek. Kafamı dinlemek, kendime zaman ayırmak. Ama diğer yandan, seviyordum ben bu kadar yakın olmayı Türkiye'ye... Bu gidiş gelişler yorsa bile, çalışmak kadar güzeli var mı?? (tamam, biraz abartıyor olabilirim, insanoğlu zorunlu olmasa çalışmaz belki; ama, sevdiği bir işi yapıyor olmak tatlı bir yorgunluk oluyor valla (bir zamanlar umutsuz ev kadını olmuş birinin itirafları :P))

Ama ama... daha Venedik'e gidecektik.. Milano'da podyumda yürür gibi sokakta yürümeyi öğrenicektim hani? Napoli'de Sofia Loren'leşecektim daha ben... Prada'yı, Fendi'yi talan edecektik bir de hani ?? Ne oldu?? Süremiz mi doldu? Hay aksi...

Zaten İtalya'da son bir haftadır inanılmaz bir sert rüzgar esiyor. Sanarsın beni buralardan koparıp uzaklara savurmak istiyor. "Hadi kızım, hadiiii... senden sonrakilere de fırsat ver biraz... hadi naş naş" dercesine dengemi bozuyor yürüken Roma sokaklarında (Toskana'da başlamıştı zaten namussuz!)

Neyse, gene de gitmeden bol bol gezdim diyebilirim. Son bir kez Floransa ve Siena'ya gittim. Bu sefer Uffizi Müzesinde Boticelli ve dönemin diğer ustalarına saygılarımı sunup da geldim.

Valmontone Outlet'ine gittim, oh be! Yok, boşuna merak etmeyin ekstra görülecek, alınacak hiiiç bişicikler yok. Ben ettim, siz etmeyin.

İmparator Adrian'ın yazlık villasina (!?) gittik. Yukarıdaki gün batımı da orada çekildi zaten.

Süper bir Sardunya Adası Balıkçısı keşfettim (peki, tamam keşfettirildi işte).. Ama zaten genel tema yeme&içme üzerine kurulu bir hayat olduğu için bizimkisi, sanırım geçtiğimiz haftalarda bol bol yiyip içtiğimi söylesem çok şaşırmazsınız zaten (Allahtan evde tartı yok!)

Vatikan Müzesine 4üncü kez gitmeme rağmen, nasıl olduysa bu sefer bütün bir günümü geçirdim!! (ama görmediğim kadar da kalabalıktı içerisi, veeeeee bu kalabalık yüzünden Sistine Şapelinin içinde kimsenin resim çekmesine birşey demediler!! Serbest Foto Günü, yihuuuuuu !!!!)))




Ah, aaah....

Sonbahar renkleri İtalya'ya çok yakışıyor. Roma ayrı bir güzelleşti, Toskana ise olağanüstü bir güzellikteydi.


Şu rüzgar beni götürdü götürdü.. yoksa kök salıcam bu memlekte....


*****

EDIT : Valla dayanamadım 24000 Baci'yi de koydum. Kulağımızın pası gitsin azıcık :))