Çok pis takıldım ben bu şarkıya !
Arabada gaza bastırtıyor şerefsiz.
Trafikteysem de avaz avaz söylettiriyor kendini namussuz (detone olmadan söylediğim ender şarkılardan ehe ehe! Sağol Rihanna!)
Klibi de çok güzel olmuş.. Hatta üzüldüm seyrederken, kızımızın gözünden bir damla göz yaşı bile akıyor bir ara (herhalde eski sefgülüsüne yazdı bu şarkıyı)
Bir de dövme yaptırasım geldi bu klibi seyrederken.
Manikürü de ilginçmiş, cadılığa kaçabilecek iken cool olmayı başarabilmiş!
Hmm, galiba ben bu kızı seviyorum !
Haydi o zaman, Pazartesiye böyle başlayalım:
So shine briiiight, toniiiight
you and I
We're beautiful like diamonds in the sky
Eye to eeeye, so aliiive
We're beautiful like diamonds in the sky!
Ripiiit after mi :
şayn brayt layk a daymınd
şayn brayt layk a daymınd
şayn brayt layk a daymınd
viyar biutiful layk daymındz in dı skay!
Artik sonbahar geldi galiba. Bu sabah korku filmlerini andiran ugultulu bir eve uyandik, disarida ise pis bir yagmur yagiyordu..
Insanin keyfi hava sogudukca artar mi hic? Valla benim artiyor, zaten bir kac gundur aksamlari ince bir montla cikmanin dayanilmaz mutlulugunu da yasiyorum (diger adi 35yas krizi kirmizi deri ceketim), degmeyin keyfime!
Insanoglu boyle iste. Firildak. "Ah, Bruksel gunleri aaaah" dedigimiz anlar da giderek siklasiyor .mesela Su blogu azcik takip eden varsa, Bruksel agziyla kus tutsa bana yaranamayacagini bilir..Ama sanirim yasla alakali bir degisim bu. Hayatla ilgili beklentiler giderek degisiyor gibi...
Neyse, baslikla alakasi olmayan bir girizgah oldu bu. E yazmaya yazmaya elim paslanmis, hos gorun artik beni :(
Televizyon kanallari dizilerin sezon premier'ini yapar ya, ben de Bruksellahanasinin 2012 SonbaharKis sezonunu aciyorum gitti valla!!! :D
Yeni yayin donemine bir onceki sezon kadigimiz yeri hatirlatmakla baslayalim:
Bir süredir New York'u giderek daha bir bağrıma bastığımı anlamaya başladım.
İyi bir şey tabii ki bu! Yoksa, Roma'mın arkasından gözü yaşlı sevgili gibi etrafta ruh gibi dolaşmam mı daha iyiydi?? Aslında o da ayrı bir hava katıyordu bana: :P "Ukela Avrupalı" tarzı işte ! (evet, evet biz Türkler de Avrupalıyızz, vallah billlah ! :-D)
Neyse ki artık kıyaslamalarımı bir kenara bıraktım. New York ve Roma'nın asla kıyaslanamayacak iki şehir olduğunu kabul ettim ve huzura kavuştum. Roma dendi mi, İtalya dendi mi hala kalbim pır pır atıyor o ayrı, ama artık buna da alıştım. Biz kavuşamayan iki sevgili gibiyiz diyorum (yahu ben New York'tan bahsetmek için oturdum bilgisayar başına, nereden, nasıl, niçin birden gene Roma hakkında konuşurken buluyorum kendimi!!!! Bırak artık peşimi-ciyaaaaaak!!!! Ok, küstü... gidiyor işte)
New York'un sinsice ve yavaş bir şekilde insanın içine işleme süreci var bence. Belki dünyalar güzeli bir şehir olmayışından ötürü (tıpkı bir kadın gibi), kendisini farklı özellikleriyle sevdirmeye çalışıyor. Sevmeyen varsa da o eski Türk filmlerindeki kötü kadın kahkasını basarak "Hahaaayt, sen kaybedersin cicim" diyor, arkasını dönüp süzülerek sizden uzaklaşırken...
Benim gözümde esmer bir kadını temsil ediyor New York, azıcık Türkan Şoray havası da var sanki. Ama onun kadar güzel değil. Çirkin hatta. Ama çok baştan çıkarıcı!! Espiri anlayışıyla baştan çıkarıyor sizi. Sanat tutkusuyla başınızı döndürüyor. Her an her ruh haline uyabilen farklı karakterleriyle şaşırtıyor sizi. İnsan zekasının, azminin en güzel örneklerini sunmasıyla hayran bırakıyor sizi. Yaptığı her şeyi, daha iyi, en iyi yapma isteği sizde şaşkınlıkla birlikte büyük bir saygı uyandırıyor. Sizi olduğunuz gibi kabul etmesiyle yüreğinizi okşuyor. Yargılamıyor, sorgulamıyor, özgür bırakıyor sizi... Çünkü eninde sonunda ona geri döneceğinizi, onda başkasında bulamadığınız rahatlığı size sunduğunu biliyor.. Uyuşturucu gibi belki de, çirkinliğini, kargaşasını ve pisliğini sizi farklı bir ruh haline sokarak gözünüzü karartıyor...
İlk başlarda gözünüze sürekli takılan o çirkin huyları, çirkin özellikleri birden anlamsızlaşıyor. Ne var ki bunda diyorsunuz; "Burası New York bebeğim!" diyip geçiveriyorsunuz gülerek :))
Ve ortak bir dil yaratıyor New York insanlarda. Bildiğiniz ve değişmesini aslında isteyebileceğiniz bütün kötü huylarına ve çirkinliğine dışarıdan laf uzatan olduğu anda savunmaya başlıyorsunuz tek bir ağızdan. Değişse, daha da güzelleşse, kokmasa, kendine çeki düzen verse, hani azcık diyorsunuz... Ama o zaman bu kadar güzel, bu kadar New York olmayacağını da artık biliyorsunuz! Onu bütün kusurlarıyla bağrınıza baştığınızın farkına vardığınız andır o işte!
Diğer yandan da, bu yaşadığınız duyguları sanki herkesle paylaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Sanki herkes bu aşk&nefret git gellerini yaşamış gibi..
Acaba bir tür toplu iluzyon kurbanı mıyım diyorsunuz kendi kendinize. Özellikle mantık ve duygunun çatıştığı günlerde. Amerika'da sizi en çok etkileyen şeylerden biri belki de burada herşeyi (ama herşeyi!) paketleyip, süsleyip, muhteşem şekilde pazarlayabilecek olmalarıdır. Ağzınız açık, bu pazarlama dehalarının arasında kendinizi mümkün olduğu kadar korumaya çalışıyorsunuz...
Acaba... kabul etmek istemesem de, New York'u da çaktırmadan pazarladılar mı bana diye düşünüyorum bazı günler.
Galiba cevabını da çok merak etmiyorum... Sadece arada bir uyuşturucu etkisi azalıyor galiba. Ama sonra şehirle barışmış, bağ kurmuş mutlu insan grubumun içine dalıp, hayata toz pembe gözlüklerden bakmaya devam ediyorum... işte o kadar :)
Düne kadar bu Pazarın, Amerikan Spor takvimindeki en önemli Pazar akşamı olduğunun farkında değildim.
Hayatın durduğu 46. Super Bowl akşamı şu an itibariyle başlamış durumdadır!!
Saat 18.00 ve New York Giants'ın New England Patriots'larla karşılaşacağı maçın düdük çalmasına 30 dakika var ama Maç öncesi program canlı yayına başladı bile.
Benim için tabii SuperBowl henüz tam olarak anlamlı bir spor gecesi değil, umarım zaman içinde ben de bu gecenin keyfini çıkarabilecek kadar uzmanlaşırım bu Amerikan futbolu konusunda :-)
Ama şimdiden reklam dünyasının görücüye çıkarabilmek için milyon dolarlık reklam sürelerinin alındığı bir geceye adım attığımızı biliyorum ve hayatımda ilk defa bu geceye canlı canlı tanıklık edeceğim için de heyecanlıyım! Hatta Youtube'dan bazılarını şimdiden seyrettim :))
Olayın ciddiyetini tam anlayamasam da, galiba Super Bowl gecesinin benim gözümdeki asıl anlamı arkadaşlarla bir araya gelinip acılı tavuk kanatlarının yendiği, bol bol bira içildiği bir "dostlar" buluşmasını temsil etmesi gibime geliyor :-D E tabii bir de şampiyonluk gecesi.
Şampiyonluk demişken belki de bu Super Bowl'un ne olduğunu da anlamakta fayda var(e bir zahmet di mi :-P)
Günümüzde 111 milyon kişiyi ekran başına çektiği söylenilen Super Bowl Maçının ilki 1966 senesinde oynanmış. O dönem 2 ayrı Profesyonel Amerikan Futbol liginin olmasından ötürü ve bu iki ligin birleşmesinin ve NFL'in kurulamasını sağlayan anlaşmanın yürülüğe geçeceği 1970 senesine kadar, her iki ligin şapiyon takımlarının karşı karşıya geldiği bir Şampiyonlar Şampiyonası olmuş.
1970 senesinden itibaren, profesyonel Amerikan futbol takımları iki ayrı konfederasyona ait takımlar olarak ayrılmışlar. Her Konfederasyonun kendi şampiyonluk maçı olsa dahi, hepsini bir çatı altında buluşturan NFL'e (Ulusal Futbol Federasyonu) mensup takımlar oldukları için, nihai kupa ve şampiyon Super Bowl kupasını eve götüren takım olmaktaymış (umarım doğru anlamışımdır!-dedim ya, yeniyim ben de bu konuda :-P).
Her sene yaz sonu başlayan lig maçlarının sonucunda, iki konfederasyonun şampiyon takımları, Super Bowl kupası için karşı karşıya gelmekteler.
Evet, Kelly Clarkson şimdi de canlı canlı ABD Milli Marşını söylüyor :-) (ben de kendimi olay yerinden bildiren bir gazeteci müsvettesi sandım birden :-P)
Evet, ne diyorduk??.. Hmm, evet.
Super Bowl kupasına Vince Lombardi Kupası ismi verilmiş. Vince Lombardi, ilk SuperBowl maçını kazanan takımın antrenörü olmakla birlike, kariyeri boyunca hiç bir sezon kaybetmeyen Amerikan futbolu antrenörü olarak NFL tarihine geçmiş bir kişiymiş (ki ismi de kupaya verişmiş işte ).
Super Bowl'un bir başka özelliği de oynanan senelere göre adlandırılması yerine, Roma rakamlarıyla sıralanmasıymış. İşte o yüzden bu sene oynanan Super Bowl maçı da 46ıncı olmasından ötürü, Super Bowl 2012 yerine, bu şekilde karşımııza çıkmaktadır: Super Bowl XLVI :-)
Şimdilik benim için sadece Amerika'da hayatın durması anlamına gelen Super Bowl gecesi hakkında ne yazık ki şimdilik bu kadar bildirebiliyorum. Amerikan Kültürüyle daha haşır neşir oldukça farklı bir bakış açısıyla tekrar yazacağıma eminim bu gece hakkında. E eliniz boş dönmeyin, bu gece görücüye çıkan birkaç reklamlı birlikte seyredelim bari:
İlk yarı arasındaki show'da Madonna sahne alacakmış, ben de bari kendisini beklerken biraz çips yiyeyim :-)
Not not not: Pazar gecelerini geldiğimizden beri eve ısmarladığımız Tavuk Kanatlarıyla film seyrederek geçirmeye karar vermiştik. Ancak Super Bowl Pazarı olduğu için bu akşam hiç bir restorandan ne online ne de telefonla tavuk kanadı siparişi veremediğimizi öğrendim. Önceden satın alınıyormuş! Neyse, bir dahaki seneye hazırlıklıyım işte :-P
O odayi duzelt, surayi tasi, bu depoyu yeniden duzenle, atilacaklari at, verilecekleri ver, goturulecekleri ayir, kalacaklari duzenle; yeni bir dolap al, icini birakacagin esyalarla doldur; babanin 2 senedir rica ettigi ama senin hep ihmal ettigin kutuphane hayalini gerceklestir; ikea'dan kutu kutu kutuphane tasi, monte et, yerlestir; ruh sagligin icin spor ve yoga yap, enerji versin, vitamin depola diye taze meyve suyu icmeye calis; anneyi her gun disciye gotur; manikur yaptiracagin gunun hayalini kur, cikan beyaz saclarini her gordugunde 'ben boyle nasil dolasiyorum' de; kosturmadan dolayi verdigin 3 kilo icin sevin; doktor islerimi gitmeden halledebilecek miyim de; agregasyona da giricez ama nasil gircez diye kara kara dusun; butun isleri bitirince kaplicaya gitsem mi ki diye hayaller kur: yeniden yararilmis sekilde sac, kas, biyik, el ayak 4/4'luk sekilde kuaforden cikacagin gunu dusunurken bile gozlerin dolsun...
Gundemim budur arkadaslar.. 2 haftadir kole gibi calisiyorum, kendime tatil verecegim gunun hayalini kuruyorum!
Vzzzzzzt hizli film seritleri seklinde gozumun onunden gecen sahneler: Ankara, Roma, anne&baba'yi Italya'da gezdir, Roma'ya veda, salya sumuk, tekrar Ankara, valiz topla, evi kapa, son gunlerin tadini cikar, vedalar medalar hooooop .....ileriye sardim, veee:
NYC'de birinci gun:
Sil bastan ev kur!!!
Evin her odasinin olcusunu tek tek al, hepsini kafa defterine not et; once bir piyasa arastirmasi yap ama en kisa zamanda karara bagla ve (muhtemelen ikea!) butun ev mobilyalarini tek bir adresten almaya ozen goster; elindeki listenle mobilya dukkanina git.... (hadi sans senden yana ve boya badana ihtiyaci olmadigini varsayiyoruz evin!)
koltugu, sehpasi, yemek masasi, sandalyesi, bufesi, halisi, Tv kosesi, muzik kosesi, calisma masasi, tablosu, kutuphanesi, lambasi, avizesi, banyo paspasi, ecza dolabi, sabunlugu, wc fircasi, dus perdesi, mutfak perdesi, kahve makinesi, tost makinesi, kettle'i, mikro dalgasi, masasi, bicagi, kepcesi, kesme tahtasi, suzgeci, tenceresi, fincani, tepsisi, kupasi, tabagi, bardagi, canagi, masa ortusu, catali bicagi, pecetesi, havlusu, aynasi, yastigi, yorgani, carsafi, nevresimi, yatagi, elbise dolabi, ayakkabiligi, bilgisayari, televizyonu, interneti, kablolu yayini, gsm operatoru, tarifesi, marketi, kuru temizleyicisi, manavi, balikcisi, esnafi, mahallesi........... diye diye yeni bir ev, yeni bir hayat KUR !
Butun GOCEBELERE, GURBET KUSLARINA, KOLE ISAURA GIBI CALISAN EV KADINLARINA, BENIM GIBI Y MESLEK GRUBU ESLERINE....
Yazacak cok sey olmasina ragmen, ben isinma turu olsun, ellerimin pasi gitsin diye kisa bir yazi yazarak ise koyulayim dedim :)
Malesef bu yazi Apple'cilarin isine yarayacak turden olacak :(( Cunku kesfettigim ve hastasi oldugum iki yeni uygulamadan bahsetmek istiyorum ve malesef bu uygulamalar ne android, ne de blekberi icin mevcut degil :(
Ama inanin bana, bunlari Ayfonunuza ya da Aypedinize yukleyerek maksimum fayda elde edeceksiniz - Garanti ! Ehe ehe :)) Benim gibi hatta manyagi olur cikarsiniz belki de :P
Efendim, birinci uygulama Nike'a ait ve bedava bir uygulama !
Bu arada, ben artik bazi seyleri Amerikan aksaniyla okumaya ozen gosteriyorum (!!??), o yuzden senelerdir bildigimiz Nayk'imizi, lutfen bundan boyle Nayki diye telafuz etmeye ozen gosterelim - bu da benim Amerika oncesi "adaptasyon" calismalarimdan biridir :P
Evet, Nayki genc, dinamik, sehirli kadinlar icin (illa bir de sehirli olacak ya!) evde kendi kendine yapabilecekleri super bir spor uygulamasi yaratmis : NIKE TRAINING CLUB (tikla) kisaca NTC yani.
Farkli ihtiyaclara gore 4 kategori sunuyor. Bu kategorilerin hepsini 3 ayri seviye icin ayarlamis (baslangic/orta/ileri) ve gene her seviye icin 30 veya 45'er dakikalik programlar hazirlamis. Buna ek olarak, bu 30 veya 45 dakikalik spor programina destek verebilecek ozel olarak basen, bacak, kol, sirt vs gibi bolge calistiran egzersiz programlari da bulunuyor :)
Yani insan hic evden cikmadan, sanki ozel bir antrenorle birlikte kendine super bir egzersiz programi hazirlamis gibi hissediyor :))
Roma'da evi spor salonuna cevirdim resmen! Spor yaptikca hangi hormon salgilaniyordu..?? Hangi hormon olursa olsun valla hakkini vermek lazim! Cunku benim yaptikca yapasim geliyordu :) Ve inanin 2.haftadan itibaren, haftada 3-4 gun 30'ar dakikalik rutinlerle gercekten de vucudumda degisiklikler fark etmeye baslamistim...
Ama o ilk gunumu ne siz bana sorun, ne ben size anlatayim!!! Tamam, nasil hamlamis oldugumu gozunuzde canlandirmaniz icin soyle soyleyim ben: 5 gun boyunca oturup kalkarken agladim resmen!!! Gozunuzde canlandi mi o halim? Iyi...
Neyse, bu uygulamada en sevdigim seylerden birincisi, her hareketin videosu var. Bu videolara hareketi yaparken "dogru mu yapiyorum acaba?" dediginiz an ulasabiliyor olmaniz da ayri bir guzellik :)))
Ikincisi, kendinize super motive edici bir muzik listesi yapip, 30 dakika boyunca kendi secmis oldugunu listeyi dinleyerek egzersiz yapabiliyor olmak cok hosuma gitti !
Bir de tabii Amerikan ekolu bir uygulama oldugu icin "Son 10 saniye; Ha gayret; Supersin! Basardin!" tarzinda ozel antrenorunuz sizi gaza getiyor bol bol :))
Hatta bence simdiye kadar yapilmis en GUZEL uygulama budur! Hem bedava, hem faydali, hem cok pratik, hem de cok kapsamli :)) Bundan iyisi Sam'da kaysi !!
-----
Bahsetmek istedigim ikinci uygulamanin once bedava surumunu indirdim. Ama sonra beni kesmedigini fark edince, 1 veya 2 dolara (unuttum simdi fiyatini) full versiyonunu yuklemeye karar verdim ve pisman degilim.
Bu uygulama bir YOGA uygulamasidir. Benim gibi yoga'yi seven, ama kursa gidecek enerji ve zaman.. hatta istek bulamayanlar icin ideal bir cozum bence. Tek ihtiyaciniz olan sey bir yoga halisi :)
Ismi sanirim (Viaden) Yoga Application.
Bunda karar kilmadan once, inanin bana bedava olan bir suru farkli yoga programi yukledim ve denedim. Ama bedava versiyonlar arasinda gene en iyisi buydu..
Digerlerinde ne zaman bir pozisyonun uygulanisina bakmak istesem beni hooooop youtube'a bagliyordu! Gicik oldum hepsine!!! Bir tane daha vardi ilgimi ceken ama o da sirt icin ayri bir yoga programi satiyordu, denge icin ayri, ot icin ayri vs. vs... Ugrasmak istemedim acikcasi. Kararimdan da memnunum ki size de oneriyorum :))
Ama, bir noktaya dikkat cekmek isterim. Uzman degilim ama kanimca sifirdan yoga'ya baslamak isteyenler icin cok uygun degil bu tur yoga applicationlari. Sadece havasini solumak. mantigini biraz kavramak, nefesin onemini hatirlamak icin once bir yoga dersine katilmak iyi olur gibime geliyor. Ben seneler boyu yoga'ya bir giden, bir gitmeyen tiplerdendim. Gitmememin sebebi nedense ders saatlerinde hep yapacak baska biseyimin olmasi veya cooooook useniyor olmamdi. O yuzden, evde istedigim saate, istedigim uzunlukla bir rutin secmek bana cok iyi geldi :)
Roma'da cok uzun bir sure her gun yogami yaptim, hatta tatile inanmazsiniz yoga mat'imi bile goturdum ve gene inanmazsiniz ama yogami da yaptim!!! Aferim bana valla :))
Bazi hareketleri onceleri yapamiyordum, onlari da yavas yavas yapabilmeye baslamak guzel bir duygu oldu :) Kendini disipline sokup, vucudu ve sagligi icin birseyler yapiyor olmak hakikaten garip bir gurur kaynagi oluyor :)
Bu programda sevdigim ozellikler sunlar:
- Dort ayri seviye icin onceden hazirlanmis ve belli bir amaca hizmet eden yoga rutinleri var. Mesela sirti ve gobegi guclendiren bir rutin var ki, bence cok basarili. .
- Bu rutinleri yoga hocasinin sesli talimatlariya yerine getiriyorsunuz
- Secebileceginiz birkac "zen" muzik arasindan kendi fon muziginizi veya ayfonununzdaki listelerinizden birini dinleyerek de rutininizi yapabiliyorsunuz.
-Anlamadiginiz bir hareketi ya video ya da aciklamali olarak tekrar okuyabiliyor veya seyredebiliyorsunuz.
- Istediginiz yerde durabiliyor, programi sonlandirabiliyor ve takvime kaydedebiliyorsunuz.
-Takvimden hangi gun hangi saate hangi rutini yaptiginizi gorebiliyorsunuz.
-Hazir rutinlere ek olarak, bir de gene 4 ayri seviye icin 100 kusur yoga pozisyonu albumu var.
-Albumdeki pozisyonlarin aciklamalari, videosu ve bir de hangi kas grubunu harekete gecirdigini gosteren bir resim var bazilarinda.
- Albumdeki pozlardan kendi rutininizi olusturabiliyorsunuz. Ben yaptim, cok basarili olmadi ama :(
Aklima gelen ozellikleri bunlar. Aslinda ozelliklerinin hepsini cok kullanisli ve faydali buldum :)) Insan kendi temposunda yasamak istiyor bazen. Ben su siralar oyleyim sanirim. Bir de Roma'da ne spor salonu, ne de yoga dersi ayaracak hal yoktu bende. Sadece hareket etmek zorunda oldugumu biliyordum ve bunun icin bir cozum bulmam gerekiyordu. Benim cozumum teknolojik destekle geldi :P
Efendim, sebebini sormayin. Amaaan...surada biz bizeyiz di mi?? Olay suradan cikti: insan 20'sindeki gibi olmuyormus 30'larinda.. Hele bir de artik tiroidlerim calismaz ve disaridan hormon ilaci almaya baslar oldugum icin aboooov... gelsin bana ekstradan 10kilolar :))) Once deli oldum, sonra yakistigini fark ettim (yok, valla cok zayifmisim ben (47yi gordugumu bilirim!)). O yuzden, kilo almak iyi geldi ama giderek daha fazla kendini gosterir hale gelen gobusum beni fena bunalima sokuyordu... Buna bir de saglikli yasama bilincini ekleyin.. 35'e yaklasma panigini de 3'le carpin. Iste size sebep!! :D
-----
Neyse, uzun lafin kisasi, demis oldugum gibi bu bir isinma turuydu benim icin. Daha guzel, daha sicak temalarla geri donecegim. Vatikan Muzesine 3.kez gittim ve artik bir Rafael yazisi yazma zamani geldi de gecti bile!!
Adroidciler, blekbericiler lutfen kusuruma bakmasinlar ama ozellikle NTC uygulamasi malesef sadece Ayfon ve Ayped'de var...
Bir önceki yazımda Roma yazlarından bahsetmiştim, bu sene kimler Roma'da konser veriyor derken, bir iki isim de vermiştim ya örnek olarak.... hihihih :))
İşte geçen akşam sevdüceğümün süprizi sayesinde, o saydığım isimlerden Ben Harper ve Robert Plant'in konserine gittik :)) Uzun zamandır konsere gitmeyen biri için gerçekten de kulaklarımın pası gitti diyebilirim !
Ancak, sabahtan beklenilen yağmur yağmadığı için malesef Robert Plant'İn sahneye çıkmasıyla başlayan ve Ben Harper'da artık iyice şiddetlenen bir sağnak yağmur yedik kafamıza !! Gülmeyin, kırk yılda bir güle oynaya bir konsere gidesimiz olmuş, onda da iliklerimize kadar ıslandık valla!!
Ama DEĞDİ!!! O kadar kalabalık olmasına rağmen çok samimi bir konser oldu. Eee, herşeye rağmen yağmurun altında kalanlardan Ben Harper bile etkilendi ve konserin kalibresi değişti birden :))
Tabii Roma gençliği hazırlıklıydı: şemsiyesiyle gelenler, yağmurluklarını çekip gelenler, efendime söyliiim bir de sonradan kapıda satıldığını öğrendiğimiz plastik yağmurlukları kapıp da gelenler vardı..
Ah, ahhhh... Biz ise aslanlar gibi ISLANDIK!! Yedik bütün yağmuru!!! Sonra bir ara akıl ettik de gidip birer kuru t-shirt, kasket, çanta vs aldık..... ve elimizdeki bu yeni imkanlarla azıcık da olsa kendimizi kuru tutmaya çalıştık... nafile!! Islandık mı biz böyle ıslanırız işte :P Yarım iş yok bizde, ahahaha... Tabii, ben içten içe "şifayı kapmazsak iyidir" diye mırıldandığımı çok iyi hatırlıyorum :P. Bir yandan hayatımda kimse için böyle ıslanmayı göze almayacağımı düşüne dururken, diğer yandan da, keşke birileri "hadi gidiyoruz, böyle konser olmaz olsun" demesini de içten içe bekliyordum.. Ama yok, dedim ya.. Biz ıslanırsak böyle ıslanırız! Kimsenin gıkı çıkmadı (tamam ben azıcık çıkardım ama çok düşük volume'lü bir gıktı-kimseler duymadı :P)
Ben Harper'ın bile gıkı çıkmadı.. Ki sahneye çıktığında çok şiddetlenmşti yağmur. Hatta bu konser kesin iptal olur derken, bir de ne görelim koskoca sahneden aşağı ip gibi su akıyor şarıl şarıl.. Dedik elektrik çarpar yahu, buna Ben Harper bile dayanamaz.. Kesin iptal !
Yok, iki şarkısını elektrik çarpmasını göze alarak söyledikten sonra, bir ara veriyoruz dedi ve sahneden kaçtı kadife sesli sanatçı. O kaçışı fırsat bilen 10.000 kişilik hipodrom seyircisiyle birlikte biz de koşa koşa üstü kapalı yemek standlarının oraya attık kendimizi..
Bu vesileyle işte üzerimize yeni t-shirt, kafamıza birer kasket, daha sona gene kafaya geçirilmek üzere birer de konser torbası aldıktan sonra, kendi aramızda durum değerlendirmesi yaptık.. Yağmurun durma ihtimali nedir? Roma merkez'de yağmur durmuş mu? Rüzgar kaç km hızla esiyor? Bulutlar kaç saate dağılır? Islak zeminde kablolar kısa devre yapar mı diye kafa patladururken... Anaaa !!!
Ben abimiz tekrar sahneye çıktı ve huraaaaaa... konseri terk edenlerden doğan boşluk sayesinde daha bir önlerde, daha bir güzel yerden.. AMA GENE ISLANARAK, konsere kaldığımız yerden devam ettik..
Allahtan, 20 dakika sonra bütün bulutlar dağıldı da biz de çamurlu hipdromda, en azından ıslanmadan Ben'ito Harper'ın daha bir içten ve samimi söylediği şarkılar eşliğinde mırıl mırıl sallandık yerimizde :))
Neymiş efendim, azcıkMc Gyver'lik, azcık sabır ve 2 doz Rock N' Roll aşkıyla üstesinden gelinemeyecek hava muhalefeti yoktur :P
Ama siz, siz olun.. gene de çantanızdan incecik plastik yağmurlukları ayırmayın derim..
Buraya koyduğum bütün şarkıları Tr'ye geldiğimde keşfettim (evet itiraf ediyorum, evde&arabada sürekli radyo odtü açık :P).
Geçen Big Big Bang'i mırıldanmaya çalıştım bir arkadaşıma ve bu işte pek başarılı olmadığımı anlayınca (34 sene boyunca anlamamıştım da...), ben boşuna kimseye bişiler mırıldanmayım dedim.
Şu sıralar karga&detone sesimle mırıldana durduğum aşağıdaki şarkıları kimseye eziyet etmeden en temizi blogdan paylaşmak olacak :)
Penceremin önünden kocaman bir martı geçti şimdi !!Nasıl sevindirik oldum anlatamam!!
Neyse, uzun zamandır yazmıyordum... Bugün artık aldım elime kalemi ve yapacak onca şeyim varken (sanırım erteleme hastalığı bu olsa gerek, hep işim varken başka işlere sarıyorum!!)... evet yapacak onca işim varken, feysbuk'ta bir arkadaşımın koyduğu müzik videosu sayesinde şöyle kısaca bir geçmişe gittim ve geldim, gidiş dönüşü "şeytanın" icadı youtube üzerinden yaptım ve birden bu şeytani icat sayesinde ilham geldi!!
Hikaye şöyle başlar:
Feysbuk'ta traylaylom dolaşırken, bir arkadaşımın koyduğu çooook eski ve hakikaten çooook kitç bir şarkıyı dinlerken buluverdim önce kendimi.. O şarkı kesmedi sanırım, ve birden aklıma başka şarkılar geldi. Unutmuş olduğum ama eskiden çok severek dinlediğim şarkılar. Hani bir gün arabada giderken radyoda duyarsınız ve yüzünüzde kocaman bir tebessüm uyandıran şarkılar, tebessüm bir kenara, avaz avaz eşlik etmek istediğiniz türden şarkılar :)) Aslında eski/demode/damarın allahı/kitç oldukları için seversiniz o şarkıları, ama bir türlü Aypodunuza ya da empe3 çalarınıza yüklemeyi akıl etmesziniz işte...
Ama bir aklınıza düştü mü, beraberinde 10'larca şarkıyı daha hatırlatır bu namussuzlar ve işte o zaman yandınız!!
Neden mi? Çünkü filmin devamı aynen şu şekilde olacaktır:
Açarsınız önce bir güzel Youtube'u ve ilk duyduğunuz şarkıyı bir güzel dinlersiniz... sonra ardı ardına serbest çağrışımlar ya da sağ kolonda size sunulan diğer benzer şarkılar sayesinde bütün gününüzü "unutulan melodiler" peşinde koşararak geçirirsiniz !! Yani bir Duran Duran'dan, Teoman'a atlayabilirsiniz. Teoman'ın o şarkısı size Francis Cabrel'i anımsatır, Cabrel'i dinlerken Şebnem Ferah'ta buluverisiniz kendinizi, Şebnem Ferah Wham'in kapısını açıverir.... BUNUN SONU YOK!!! Hele bir de yapmanız gereken iş çok sıkıcıysa.. tam anlamıyla ayvayı yediniz demektir... çünkü o döngüden sizi kurtarabilecek hiçbir şey yok artık! :P
Ben böyle durumlarda ne mi yapıyorum? Bloguma sarılıyorum valla :))) Hemen Blog'a youtube'dan başıma dert açan şarkıyı kopyaladıktan sonra, kafamın içindeki JukeBox'u kapatıp, hatta fişini çekerek! işime devam etmeye çalışıyorum..
Ama o mırıldanma bir başladı mı bitmiyor, o yüzden elimin altında ne varsa açıp (aypod, radyo, tv ama hiçbir şekilde bilgisayar OLMAMALI !!! yoksa gene youtube'da buluveriyorum kendimi!), ooooh güzel güzel, uzaktan uzaktan müzik dinlemeye veriyorum kendimi :))
Paolo Conte'yi babamın eve getirdiği Aguaplano albümü sayesinde keşfettim ve o gün bugündür çok severim. Sesindeki derinlik, vurguları, müziğinin kendisi.. Bence çok başarılı bir sanatçı!! Herkese tavsiye ederim, tanışın bir :)
Onun dışında, geldiğimizden beri evdeki radyo sürekli açık (RADİO SUBASİO), fonda hep italyanca şarkılar çalıyor. Anladığımız yok tabii ama baya da bildiğimiz İtalyanca şarkı varmış onu fark ettik. Eros'u zaten hepimiz biliriz, severiz.. Sanırım Adriano Celantano'dan sonra İtalya'yı en iyi tanıtan şarkıcılardan :) Nedense eski şarkıları bile hala kulağa güzel geliyor, eskimeyen melodiler işte :P (nasıl da bilir kişi gibi sallıyorum :D) (bkz: Se bastasse una canzone)
Bir diğer severek dinlediğim İtalyan şarkıcı Zucchero'yu da lise yıllarında İtalyan arkadaş keşfettirmişti. İsmini şimdi tam hatırlamasanız bile Senza una donna desem, Baila morena desem??
Her gün yeni bir şarkı ilgimi çekiyor ama bir türlü ismini yakalayamıyorum, ya önce vermiş oluyorlar ya da dur bu sefer kaçırmayacağım dediğim de bile, kaçırıyorum!!!
Kısa bir italya tadı bıraksın kulaklarınızda diye Paolo Conte'nin en meşhur şarkılarından Via Con me'Nin canlı konser versiyonunu koydum. Bilmem Meg Ryan'nın, Kevin Kline ile oynadığı French Kiss filmini hatırlar mısınız? Geçen gün soundtrack'ten bir şarkıyı mırıldanarak uyandım, bugün Paolo Conte'nin yukarıdaki şarkısını ağzımdan düşürmüyorum- bu da soundtrack'te var.. Son olarak demek istediğim, bence her evde olması gereken bir Soundtrack. Çok keyifle dinleniyor.
Dünya'nın sekizinci, Afrika'nın en kalabalık ülkesi Niyerya'yı!
Gidişteki heyecanımı sanırım biraz da olsa önceki yazımda aktarabildim.
Çocukluğumdan beri duyguğum hikayelerin, hala eskitemediğim ve severek giydiğim annemin "vintage" elbiselerinin, elime alıp dakikalarca incelediğim resimlerin arka fonunda hep Lagos, hep Nijerya vardı - Bir de tonlarca Moskova fotoğrafları var ki, o resimlere de Moskova hikayeleri eşlik ederdi hep. Onları da başka bir zaman anlatırım artık (boş vaatler bunlar di mi? hep söz veriyorum, sonra da unutuyorum :( Peehh )
Neyse, konumuzu dağıtmadan ben devam edeyim... Kafamdaki ve resimlerdeki Nijerya ile benim gördüğüm Nijerya'nın pek alakası yoktu.
Hoş, kafamdaki Nijerya aslında Kongo Demokratik Cumhuriyetine benzeyen, fakir ama gururlu, karmaşık ama kendine has bir güzelliği olan bir ülkeydi. Kara Afrika'da Kamerun'u, Kongo'yu (Brazzaville) ve Kenya'yı da gördükten sonra (tabii ki sadece başkentlerini!), hayalimdeki Nijerya çok benzer özelliklere sahipti...
Örneğin, Kenya dendi mi her aklımıza geldiğinde keyiflendiğimiz, Kenya Airways pilotunun muhteşem ötesi sesi ve tarzıyla yaptığı anons var:) Taklit dahi edemiyoruz, yok öyle bir tarz... Dalga geçmiyorum, nasıl cool olduğunu gerçekten de anlatamam!! Kamerun deseniz, herkesin çift dilli oluşu, çok güzel konuşmaları, güler yüzlü ve espirili olmaları ile aklımda yer etti işte.
Ben gene bu duygular ve beklentiler ile cool, sıcak ve güler yüzlü insanlarla karşılaşacağımı düşündüm.
Tabii ki de sırf bu amaç için kurulan, ve 90'lardan sonra başkent olan Abuja'nın belki de ruhunun olmasını beklemek çok da akıllıca değildi.
Gene de yiğidi öldür hakkını yeme, ruhu olmasa bile, Abuja'da Nijerya'nın zenginliğini gerçekten de hissedebiliyorsunuz: yepyeni, kocaman modern binalarla dolu başkent. Düşünün bir, Bakanlık binaları bizim Ankara'daki bakanlık binalarından bin kat daha güzel, hatta daha estetik !! Yollar deseniz: 4'er şeritli çevre yolları, yoncalar, köprüler, ŞERİTLER, kaldırımlar, peyzaj çalışmaları, parklar vs... Valla bu konuda bizden bile güzeldi desem, belki de çok abartmış olmayacağım!
Ama, ama... ruhsuz, cansız geldi bana tüm sokaklar :(((
Karşılaştığım Nijeryalılar ise hep mesafeliydi. Kongo'nun (her ikisi de) veya Kamerunun zıpır tavrı yoktu hiçbirinde :(
İki günlük Abuja ziyaretiyle tabii ki koskoca Nijerya işte bundan ibarettir diyemem. İlk izlenimlerim bunlar oldu ama. Gene de çocukluğumdan beri dinlediğim hikayelerin güzelliği kaybolmadı. Onlar başka bir dönemin, başka bir bölgenin, başka bir hayatın hikayeleri..
Soldaki Annem, sağdaki ise annemlerin Endonezyalı arkadaşlarının kızı (öyle dendi)
Peki ben neredeyim?
Annemin karnında :))))
İşte bu hafta tohumlarımın atıldığı yere, Nijerya'ya gidiyorum... Gerçekten de toprak mı çekiyor acaba?
O kadar çok hikaye var ki kulağımda :) Yoruba'ları, İgbo'ları, Hausa'ları daha gitmeden biliyorum: ) Ah, bir de doğum yerim Lagos olaydı, göbüşüm dışa dönük kesilmiş olaydı :)
(Valla şaka yapmıyorum! 7 ay annemin karnında zaten oradaymışım, e bir iki ay daha kalsaymışız da benim de doğum yerim Lagos olaymış, tam Afrikalı olurdum işte)
Heyecanlıyım anlayacağınız... Hem iş için, hem de Nijerya'ya gidiyor olduğum için...
İzlenimlerimi yazana kadar Dr.Alban'la idare edelim hep beraber: Hello Africa! ;
Hayretler içinde her sabah uyandığımda rüyamda bir şekilde italyanca konuşmaya çalıştığımı hatırlıyorum... Durun durun, bunda ne var demeyin, çünkü işin komiği italyanca patlatıyorum derken, ağzımdan habire ispanyolca kelimeler çıkıyor olması!!
Ve her sabah uyandığımda şöyle bir karar almış oluyorum: iş güç yüzünden üzülerek devam edemediğim italyanca kursuma, kaldığım yerden kendi kendime devam edeceğim, hmppf!!
Gerçekleştirebiliyor muyum henüz bu isteğimi? Hayır tabii ki! :( Gene iş güç ve saçma sapan meşgaleler yüzünden birden akşam olmuş oluyor ve gene rüyamda italyanca konuşmaya çalışırken buluveriyorum kendimi!
Allahım bu nasıl bir kısır döngüdür anlamadım ki? :D
Bu akşam başka bir mizansende (yok havaalanında, yok mahalleyi kafamda canlandırırken, yok kaybolmuşum vs, vs.... sen sor ben söyliiim !!)... Ne diyordum?? Hıı, evet, ben gene kafayı gözü yara yara italyanca konuştuğumu sanarken rüyamda, ağzımdan ispanyolca kelimeler fırlıyor olacak !!
En son Roma'da dolaşıyordum, du bakalım bu akşam nerede olacağım ? :D
Bavulumu hazırlamakla meşgulüm şu an... Bir heyecan sardı gene beni, anlatamam!
İlk yurt dışı işim olduğu için zaten stress katsayım tavanlarda!! Bir de 6 sene sonra gelin gittiğim, çok güzel anılar toplayarak döndüğüm Kinshasa'yı tekrar görmek var ki... o da ap ayrı bir heyecan sebebi!! :)
Yeşilini, sıcağını, 32 diş gülen insanlarını, maman turquie olmayı, gök gürlediğinde bütün hücrelerimin de titremesini, Maman colonel'in muhteşem ötesi tavuğunu yerken dinlediğimiz güzel kongo şarkılarını (aşağıdaki "la femme de mon patron" her gittiğimizde dinlediğimiz şarkıydı) ,cosa cosa dedikleri enfes jumbo karideslerini, Papa Wemba'nın, Werrason'un şarkılarını, kongo'nun kıvrak danslarını, skol-tindika lokito'yu ;)
Ama en önemlisi: mutlu olmak için ne kadar aza ihtiyacımız olduğunu...
Bazı insanlar gerilerinde kocamaaaaan bir iz bırakarak bu dünyayı terk ediyorlar...
Hepimizin en az bir tane favori Micheal şarkısı vardır. Bir şarkısı bizi çocukluğumuza götürür, bir diğeri ergenliğimize, bir başkası ise "işte popun kralı" diye düşündüğümüz zamanları hatırlatıyordur !!
Benim odamın duvarlarını çok uzun süre Micheal Jackson ve Madonna işgal etmiştir... ritüellerim bile vardı: her gece uyumadan önce öperdim micheal'in resimlerini ! (yaş 10-11!!)
Çığlık çığlığa sözlerini bilmeden eşlik ederdim şarkılarına...
Aradan zaman geçti, posterler indirildi, başka resimler asılmaya başlanıldı... Ama MJ hep MJ oldu! Onun şarkıları kocaman bir gülümseme anlamına geliyordu her zaman !
Birden ayaklar yerinde duramıyor, omuzlar ve kafa müziğin ritmiyle sallanmaya başlıyor istemsizce... Hatta yanlız ise insan, çaktırmadan moonwalk denemesi bile yapılabiliyor o arada ;)
Bence gelmiş geçmiş en büyük sanatçılardan biridir! Ölümsüz olmak bu olsa gerek...
Ben Moldova'nın kazanmasını istirim... dur bakalim kim kime kaç puan verecek ;)
EDİT:
Bilirkişi Lahana Notu :
1-Benim için tam bir süpriz : Norveçli Küçük Emrah kazandı :) Şarkının girişi ve nakarat kısmı hoştu, ne yalan söliim. Irlanda ezgilerini andırıyordu... 2-Norveçli Alexander Rybak Belarus asıllıymış ;)
Ben de hala Celine Dion'un Fransa'yı temsil ettiğinde kazandığı şarkıyı hatırlarım (senesini bile söylerim ama utandım :D).
Genlerimizde valla galiba var bu örovizyon aşkı :D
Yorucu ama son derece tatmin edici bir "eğitim" gezisinden sonra, geçtim işte gene blogumun başına.
Geçen hafta kadar yorucu olacak bu yeni haftanın ilk akşamında, yorgunluğumu nasıl atarım üzerimden acaba düşüncesiyle ve şu bir haftadır durmak bilmeyen baş dönmelerimden dolayı hala bulutlarda yürüdüğümü sana dururken(çok pis tren ve deniz tuttu), herşeye rağmen yüzümdeki tebessümle çayımı yudumlayıp biraz ayaklarımı uzatmak istemiştim ki birden TV kanallarından birinde çalan şarkılar beni çok eskilere götürdü...
**** Eurythmics- Sweet Dreams A-ha - Take On Me Madonna - Material Girl George Micheal - Faith Micheal Jackson - Billie Jean Prince - Purple Rain Guns n' roses - Sweet Child O Mine
*****
Arka arkaya çaldıkları şu şarkılarla ben bir nostalji trenine atladım ve zamanda yolculuk yapıp geri geldim. Aslında tam da geri gelemedim...
Her bir şarkıyı dinlediğim dönemler o kadar net ki kafamda, bir melodi bir düşünceyi, bir düşünce bir diğer melodiyi, o bir diğeri bir başka anıyı ve bir anı da bir yenisini peşinden getirdi durdu ve yüzümde saçma bir gülümsemeyle beraber hala Vh1 seyredip "Hmmm, Pearl Jam mi? Evet, lise dönemim.. Hey gidi gençlik" derken yakalıyorum kendimi şu yazıyı yazarken !!
Guns N' Roses yılları, orta okul :) Derste defterlere yapılan desen ve kaligrafi çalışmaları.. O dönemki kankam Işıl'la "Axel'i ben daha çok seviyorum" kavgalarımız :P (deliymişiz!) Gece kalmalarımızda, çılgınca müzik dinleyip avaz avaz eşlik etmeler...
Hey gidi Prince yılları... bütün evrelerimde eşlik etmiştir bana şu eskiden Prince diye bilinen artist :)
Ah anmadan geçemem: The Cure dönemi. Orta 3- lise 1 arasıydı tanışmamız galiba :) Sonra pek bir ayrılmaz olduk... Gene onun gibi Depeche Mode, U2 vs... Bunlar ap ayrı tabii. Her türk gencinin bir şekilde hayatının bir döneminde şarkılarına eşlik ettiği (özellikle U2) "seviom uleeeyn" diye çocukluk aşkları için göz yaşı döktükleri birer mihenk taşları bence hepsi :D
Müzik zevkim pek bir karmaşıktır aslında benim. Şu yukarıda yazdıklarımla rock'çı sanmayın sakın. Dr Alban da, Ice Ice baby de dinlemişliğim vardır hani (çok eğlenceliydi valla!! ) :P
Soul, Funk, Rock, Disco, Alternative Rock, RnB, Pop... sen söyle ben dinlerim :)
Hepimizin vardır tabii buna benzer nostalji trenleri, bir şarkıyı duyduğu an o şarkıyla özdeşleşen seneler, anılar, insanlar ve mekanlar... Benim yüzümde kocaman bir tebessüm oluşur işte böyle anlarda. Bazen bunalımlı dönemlere eşlik etmiş şarkıları duyunca o kadar mutlu olurum ki: insan o kadar kendine odaklanıyor ki en küçük dertlerin bile üstesinden gelebilceğimize inanmak istemeyiz... Halbuki gerçekten de küçücüktür o dertler :) Yeter ki biraz uzaklaşalım ve ordan bakalım asıl tabloya...
Haydaaa, nerden nereye geldik şimdi :)
Neyse, kapanış güzel olsun: Tak bir kaset de neşemizi bulalım :D
Aklıma şimdi gelmiş geçmiş en iyi romantik komedilerinden de bahsetmek geldi veeee tabii soundtrack'lerinden... mesela meg ryan desem.. mesela city of angels desem... yaaaaa :)
1. Bir adet BoB Marley CD'si çıkarılır- veya netten bulunur
2. Sevdiğiniz ama uzun zamandır dinlememiş olduğunuz bir şarkısı, üstünüzü başınızı giyerken veya makyajınızı yaparken- çizik plak gibi tekrar ve tekrar çalınır !
3. Avaz avaz eşlik edilir
Denemesi bedava :
Sun is shining, the weather is sweet Make you want to move your dancing feet To the rescue, here I am Want you to know ya, where I stand
(Monday morning) here I am Want you to know just if you can (Tuesday evening) where I stand (Wednesday morning) tell myself a new day is rising (Thursday evening) get on the rise a new day is dawning (Friday morning) here I am (Saturday evening) want you to know just Want you to know just where I stand
When the morning gathers the rainbow Want you to know I'm a rainbow too So, to the rescue here I am Want you to know just if you can Where I stand, know, know, know, know, know
We'll lift our heads and give JAH praises We'll lift our heads and give JAH praises, yeah
Sun is shining, the weather is sweet now Make you want to move your dancing feet To the rescue, here I am Want you to know just if you can Where I stand, know, know, know, where I stand
So to the rescue, to the rescue, to the rescue Awake from your sleep and slumber Today could be your lucky number Sun is shining and the weather is sweet