Tuesday, April 10, 2012

Yolculuk öncesi..


Size de olur mu bilmiyorum, ama ben ne zaman bir seyahate çıkacak olsam ilk başlarda fazla heyecandan yerinde duramayan bir tipten, yolculuk yaklaştıkça stres küpüne dönüşürüm. Stres küpü derken, kafası kesik tavuk gibi etrafta koşanlardan değilim canım... o kadar da değil (ama belki 35'imden sonra o da olur :-/ ).

Benim derdim, yolculuğun kendisi oluyor. Mesela uçaktan korkan biri değilimdir ama Okyanus aşırı dendi mi, o zaman bir dururum. Şimdiye kadar neden Amerika'yı keşfe çıkmadığımın sebebi de ortada işte: okyanus aşırı uçmam gerek: kalsın, ben almayım! (sırf bu yüzden, valla başka bir sebebi yok ! :-P)

Arabayla bir yere gitsek, gene aklıma saçma sapan kaza görüntüleri ve gazete maşetleri gelir... Otobüs yolculuğunu hiç sormayın! (otobüste emniyet kemerini bir ben bir de ilk sıradakiler bağlıyordur eminim). Senaryo yazarlığında da sınır tanımam. Geçen aylarda, ilker'in uçaktan bana foto mesaj atmasıyla yoğun bir gökyüzü-kara arasında mesajlaşma seansına girmişken aklımın köşesinde karanlık düşünceler de beni dürtmeye devam ediyordu: ya bu mesaj uçak düşmeden önce atılan son mesaj ise?..

Korkularımla yüzleşmek zorunda olduğumu biliyorum. Bildiğim için de ilk defa okyanus aşırı uçuşunu tek başıma yapıyorum. Bu benim için çok büyük bir adım. Ama sanki gitmemek için de elimden geleni yapıyor gibiyim şu günlerde. İstersen gemiyle git diye de dalga geçiyor bizimkisi... (duymamış olayım!)

Uçağım gece yarısı, hiç üstüme bile alınmıyorum, gidilecek tarih belli: Perşembe akşamı. Ama gece yarısını geçmek o günün ilk saatleri demek değil mi, yani Çarşamba'yı Perşembe'ye bağlayan akşam!?!? Bir arkadaşım uyarmasa uçağımı bile kaçıracaktım galiba!!! Yarın akşam gidiyorum, ama ben hala valizleri bile çıkarmadım. İş için gittiğimi düşünecek olursak ne giyeceğimi çoktan kararlaştırmış, fazla yük yapmadan kombinasyonları kafamda oluşturmuş olmam lazımdı. Yok, tık yok bende gene. Son dakika, elime ne geçerse tıkacağım ben o valize, biliyorum ben kendimi.

Öteleme işte buna derler. Yolculuk fikrini öteleyip duruyorum. Onun yerine aklımı başka şeylerle meşgul edip, son dakika panik atağı yaşamak için elimden geleni yapıyorum!!

Gitmeden evin işlerini halletmeliydim. Gene tık yok. Kuru temizleme, alışveriş, tık yok.. Kocaya iki kap yemek, tık yok..

Dün bütün gün koltuğun üstünde bir oradan bir oraya uzandığımı söylesem "hayat sana güzel"i patlatırsınız biliyorum. Ama değil işte :-(

Mazoşist miyim ne? Kendi kendimi daha fazla nasıl strese sokarım, bu işleri yapmazsam yolculuk sadece fikirde kalır mı gibi salak saçma düşüncelerle kandırıdığımı bilmiyor muyum? Biliyorum... O yüzden Bravo TV'nin bütün gündüz kuşağı programlarını yarı suçluluk duygusu eşliğinde, mayışık gözlerle seyrettim dün!


Ooffff, offfff !!!

En azından bavulları dolaptan çıkarayım bari şimdi...



foto kaynak:
- american business
the full wiki



Sunday, April 8, 2012

Kindle'in dayanilmaz hafifligi (ve New York'la barismamiz)


Ankara'dan ayrilmadan once, henuz okuyamadigim kitaplari tek tek elime alip, okyanus asiri goturmeye deger mi degmez mi diye uzun uzun dusunmustum. Kutuphanemizi, kitaplarimi ne kadar cok seversem seveyim aklima dusmustu bir kere e-kitap olayi.

Kabul etmeliyiz ki, bizler gocebeyiz. Hafif seyahat etmeyi ogrenmezsek, evimizi gereksiz esyalarla doldurmaya devam edersek, esyalarin kolesi haline donusmemiz an meselesi olacak (dekoratif esya, ve kiyafet, VE ayakkabi, ve, ve, ve!!!!). Her ne kadar kitaplari bu kategoriye sokmak dogru olmasa da, ortada bir gercek var: zaten gidilen her yerden kitap aliniyor, goturulenlere yenileri ekleniyor, bir oradan bir buraya tasiniyor, koyacak yer kalmayinca da hepsi geldikleri kutularda kaliyor :(( (En guzel ornek babamin 4 senedir acip yerlestiremedigi 20kutu kitabi!! Okumak istediklerini kutudan cikariyor, okuyor, sonra Piza kulesi tarzi her an yerle bir olacak kuleler halinde ust uste diziyor!) Bu bize iyi bir ders olmaliydi. Sabit bir evimiz olmadikca, genislemeye musait bir kutuphanemiz olmadikca, alinan her yeni kitap ust uste dizilmeye ve unutulup toz tutmaya mahkum olacak... 

İste sagduyu mu dersiniz, aklimizin basina gelmesi mi bilemem ama bu bilinclenmenin ve teknolojinin mukemmel is birligi sayesinde okuma sevgimizi (tutmayin beni okuyacagim!!) bir sonraki asamaya tasiyabildik, ve ailecek Kindle'lendik  :)))

Bizim aldigimiz donem Kindle Touch yeni cikmis sayilirdi ve dokunmali ekranlara bu kadar alistiktan sonra klavye ve tuslara geri donmek cok cazip olmadigi icin, bizim icin bicilmis kaftandi :) Rakipleri arasinda neden Kindle'i sectik diye soracak olursaniz, sanirim Amazon guvencesi diyebilirim.  

Kindle ve diger e-kitaplarin en buyuk ozelligi e-murekkep kullaniyor olmalari. Bunun sayesinde, tabletlerin aksine, arkadan gozu yoran bir isik olmadigi gibi, ekranlari kitapseverlere gercek kitap sayfasinin goruntusunu aratmiyor. Bir baska guzelligi, İngilizce sozlugunun standart olarak yuklenmis olmasiyla, bilmediginiz bir kelimenin uzerine tikladiginiz anda anlamina ulasabiliyor olmaniz :) 

Dedigim gibi, bizler gocebeyiz ve surekli hareket halindeyiz. Bu yuzden dunyanin herhangi bir yerinden bir (iki, uc, dort, bes…) kitap alabilmek ve kitaplari kindle'iniza indirebilmek, ve bunun icin internet baglantisi odememek gene bizler icin ayri bir arti oldu. Eger, sabit bir hayatimiz olsaydi, 3G'lisini almaz, sadece wifi secenegi olani alacagimizi da rahatlikla soyleyebilirim. 

E-kitaplar genellikle basilmis versiyonlarindan daha ucuz oluyor bir de, ama daha da guzeli dunya klasiklerini kindle'iniza bedava indirebiliyor olmaniz.

Kindle'i ilk elime aldigimda heyecandan ne okuyacagima, ne indirecegime bir turlu karar verememistim… Ben de Great Gatsby'den sonra hastasi oldugum F. Scott Fitzgerald'in diger eserlerini indirmeye karar verdim... Hepsi bedavaydi ne de olsa ;)) Gene benim gibi kararsiz ve heyecanli okuyucular icin, her kitaptan birkac sayfa ornek yuklenebilmesi cok ise yarayan bir baska ozellik diyebilirim. Boylece kitabi almadan, birkac safyasini cevirip sizi sarip sarmayacagini karar verebiliyorsunuz :)

Son olarak, Amazon Kindle hesabiniza akilli telefonunuzu, tabletinizi ve evdeki diger kindle'lari da ekleyebiliyorsunuz (ortak hesap yaptiysaniz tabii :P). Bu sekilde her yuklenen kitaba diger aygitlardan da erisiminiz oluyor. Dahası, baska kindle'lardan kitap odunc alabiliyor ve odunc verebiliyor olmamiz :) 

Malesef e-kitap olarak Turkce eserlerin sayisi yok denecek kadar az ! Bu da benim icin tek kelimeyle su anlama geliyor: hamallik!!! Neyse…

--- Perde ---

İkinci konumuza gececek olursak: Cirkin ordek yavrusundan neredeyse guzel bir kuguya donusecek olan New York, New York ;))

Edward Rutherfurd'un New York'u anlattigi kitabini buraya ayak bastigim hafta duymustum. Bir arkadasimiz hararetle tavsiye etmisti, ama sanirim o donem pek kitap doneminde degildim (e sifirdan ev kurmak, yeni bir sehre alismak falan derken aklinizdaki son seylerden biri kitap keyfi oluyor, hele ki oturacak koltugunuz bile yoksa, hic mi hic yanasmiyorsunuz o konuya) 

Bir de bazen oyle bir donemden gecersiniz ya, hangi kitabi alirsaniz alin, gene de onu basucunuzda beklemeye mahkum edersiniz. Hele bir de kitabin 800kusur sayfa oldugunu dusunecek olursak, gozunuz de korkar... ve elinizi bile surmeden yanindan, caktirmadan, ama kacar adimlarla uzaklasirsiniz (hatta gozlerinizi de kacirirsiniz... sanki gozunuzden utandiginizi anlayacakmis gibi -kitapan bahsediyorum hala evet :P) 

İste bu yuzden Edward Rutherfurd'un New York'un hikayesini anlatan romanini okumama daha vardi...

Sonra bir aksam, ev isleri neredeyse bitmis (hala duvarlar ciplak ve gozume cok batiyor ama neyse..) ve artik ayaginizi uzatip uzerinize battaniyenizi cekebileceginiz bir koltugunuz da olmus, tek eksigim soyle guzel mi guzel bir roman diye dusunecek kivama gelirsiniz :)

İste oyle bir aksam, indirmis oldugunuz ornegin ilk pragrafini bile bitirmeden "ben bu kitabi bir solukta okurum arkadas" dedirten cinsten bir kitap bulursunuz!!

Hakikaten, indirmemle birlikte ilk 100 sayfasini okumam bir oldu.

Birden, onumuzdeki 3 seneyi gecirecegim sehrin benden saklanan hikayesini kesfetmis gibi hissettim. Okudugum her sayfayla, gizli kalmis bir guzelligini kesfeder gibi oldum. Dunyanin geri kalaninin aklini basindan alan bu sehir, nedense benim icin ilk baslarda pek bir heyecan vesilesi olamamisti (İtalyan sevgilim, ROMA, buna izin vermiyordu bir turlu!!-cok kiskanctir da kendisi :P) Ama Rutherfurd'un kaleminden gercek olaylarin etrafinda New York'un, New York'lunun nasil sekil aldigini okumak yavas yavas eski sevgilimi gecmiste birakmaya zorluyordu adeta beni.. Zincirlerimden kurtuluyor, dolastigim caddelere farkli bir gozle bakmaya baslayabilmistim sonunda…

Yeni bir heyecanla, merakla ve hevesle kendimi New York Sehir Muzesinde daha fazla bilgi pesinde kosarken buldum!

Topu topu 400 senelik bir tarihi olan bu sehre, Rutherfurd'un romani sayesinde kanim isiniyordu sanki !

860 sayfalik bu romani normal olarak yanima alip tasimayacagimi da ozellikle belirttikten sonra, Kindle olmasaydi, bu tasima olayi bana zulum olacagindan almaktan bile vazgecebilirdim sanki... Su an ise, aman kaptirip okurum, sakin simdi bitmesin diye de kindle'imi nadasa yatirmis durumdayim (onumuzdeki hafta Turkiye'ye gidiyorum da, malum yolum uzun :P).

Uzadikca uzayan bu blog yazısını su sekilde noktalamak istiyorum:


Ey edebiyat tanrilari! 
Bu romani kucagima, pardon, kindle'ima dusurdugunuz icin tesekkuru borc bilirim !

Ey teknoloji dehalari! 
Sayenizde 3500 kitabi 7,5 ounce'a, pardon, 213,5 grama sigdirdiginiz icin minnetarim size !



--- Lahana notu ---

Bahar'in gelmesiyle birlikte, Pazar Pazar calismak zorunda olan beyum aldi esyalarini central parka tasindi :) O isini yaparken, ben de blogumu yazdim :)) Yesilligin icinde cik cik oten kuslar, kovalamaca oynayan sincaplar, piknik yapan sevgililer arasinda guzel bir calisma oldu :)) Hmm, bak central park'in hikayesini de yazabilirim yakinda (hele bir once ir kitapta o bolume geleyim :P)



Monday, April 2, 2012

Bahar geldi aklım uçtu


Yahu ne gıcık bir iştir aslında blog yazarlığı. Üstünde habire baskı hissedersin, yazman gereken şeyleri not alırsın, yazamayınca, ya da yeterince görsel biriktiremeyince stres olursun, üzülürsün.

Ne zorumuz var bizim diye düşüne durayım, gene de ite kaka bu işi devam ettirmeye çalışıyorum. Neden mi? Seviyorum çünkü! Bir daha söyle! Seviyorum işte! Bir dahaaaa! Seviyorummmm!!! :-P (Baharla birlikte içimde gizlediğim arabesk kraliçesi de dışa vurmaya başladı :-D)

Neyse, New York'a her geçen gün daha bir ısınır, kendisini daha bir sever, beğenir oldum sanki. Herkes tabii bu Roma tutkusunun bu kadar gözümü kör etmiş olmasını (söylemeseler dahi!) içten içte komik buluyor, alınıyorum da ben bu işe... Ama gönül bu, ferman dinlemez ki !


Yanlız geçtiğimiz haftaki sıcak hava dalgasıyla birlikte ben de sanki üstüme yapışan eski sevgilinin özlemini (aman spekülasyona girilmesin, anlamayan varsa tekrarlayım hemen: ROMA'dan bahsediyoruz burada!), depresif modumu, uyuşukluğumu ve girmiş olduğum kış uykusunu şöyle bir silkip, sanki yeniden doğdum


(Botticelli'nin tabloları gibi çok şairane bir andı, kaçırdınız valla :-P) 


"Gölgelerin gücü adına, güç bende artık" nidalarıyla Titrek'ten Atılgan halime dönüştüm ve döküldüm New York sokaklarına :

-Çiçek açan ağaçların fotolarını çekeyim (ve sizlerle paylaşayım) diye 50 blok boyunca (4km!) Central Park'ın dibinden 5th avenue'larda mı yürümedim?

-New York'un 400 senelik tarihi peşinde, New York Şehir Müzesine mi gitmedim?

-Bollywood dans derslerine tam hız devam mı etmedim?

- Acil sosyaleşmem lazım diyerek kızlar gecesi ilan edip Margarita'ları mı devirmedim ?

-(Bisiklet diye tutturan arkadaşını kırmamak için) akşam vakti 16 km'lik central park'ı pedal çevirerek mi aşındırmadım ?

-Union square'lerde ucuz dükkanları (siz de faydalanın diye) teftişe mi gitmedim?

-New York'un en iyi cheesecake'ini (sizinle paylaşmak için) midelere mi indirmedim?

-Whole food deneyimimi yazabilmek için salata barlardan 40 dolarlık öğle yemekleri mi almadım ? (ne ara ulaştık 40 dolara ben de anlamadım valla!!)


...ve daha neler, neler! Ama bu Baharın gelişiyle birlikte benim aklım da uçtu gitti :-P

Ne olcak şimdi demeyin! Hemen karamsarlığa kapılmayalım lütfen. Başucumdaki kafa defterime blog yazıları bölümünde hepsini tek tek sıraladım. Bir de baktim ki, yazmam gereken bir iki not daha kalmış orada, unutulmuş ve beni bekleyen (Bir İtalyan klasiği olan kış çorbası Minestrone, New York'un cilveleri vs. vs...). Onları de yazacağım, hiç merak etmeyin.. aralara serpiştireceğim çaktırmadan ;-)


Bahar geldi, ben bu yazıyı hemen yayınlamalıyım derken de dereceler gene 10 derecelik bir serbest dalış yaptı ve yağmurlar başladı... Olsun, bu ay benim ayım! Yağmuru da, çamuru da göğüsleyebilirim ama yeni aldığım babetleri giyebilirsem daha bir mutlu olurum.. Piiişt, kosmos duydun mu beni?? Bir de hazır dikkatini çekebilmişken, doğum günüm de yaklaşıyor biliyorsun... yap bir güzellik işte ;-)))



Foto Kaynak:
- Botticelli'nin İlkbaharı (detay), encore-editions.com'dan