Turkiye'deyim gene... Her gidiş-gelişimde zamanın ne kadar acimasiz oldugunu daha da fazla görüyorum... Kimseyi bıraktığım yerde bulamıyorum sanki... Halbuki buradalar. Ama zaman fazlasıyla hızlı akıp gitmiş... Hersey aynı ama bir o kadar da farklı...
Bir yandan bu sehre ait, diğer yandan yabancısı gibi hissediyorum... Herkes her konuda şikayet etmeye devam etse bile, ben seviyorum herseye rağmen utangac ve çarpık bacaklı sehrimi...
Ankara değişmeye devam ediyor, yeni binaları görüyorum gozumun ucuyla Eskişehir yolunda giderken.. Ama kıs aylarında tipki lise yıllarımda olduğu gibi bir is kokusu sarıyor gene aksamlari başkenti. Benim hoşuma gidiyor ama. Ankara benim için is kokusu mu yoksa?
Sonra, tanimadigim insanlara kasada, markette, sokakta iletişime her geçtiğimde üzülerek hala nezaketten nasibimizi alamadığımızi goruyorum... Komiktir ama, ben bile suratsizlasiveriyorum uçaktan iner inmez. Onume zart diye gecen birine oracikta ders veresim geliyor. Tahamulsuz oluyorum aniden. Sonra da kıziyorum kendime.
Zamanın su gibi akıp gittiğini cok daha fazla hissediyorum Ankara'ya her gelişimde... Kendi çocukluğumu tekrar yasıyorum Binses'teki eve her gittigimde mesela. Sonra aynı evde İlker'i arıyor gozum, geri döneceğimiz gunü iple çekiyorum o an :) Baba evine her gittigimde, tekrar o minik yatağıma kafamı her koyduğumda ise Üniversiteli gibi hissediyorum gene. Midterm'ler, finaller, ödevler.. "Asli Hanim, alttan su ve su dersiniz eksik gözüküyor, diplomaniz o yuzden geçersiz; tekrar o dersleri vermeniz gerek" diyen kabuslarımı hatırlıyorum (!).
Sonra sokakları karıştırıyorum bazen, sinirleniyorum kendime ciddi ciddi.. Trafik diyorlar cok fena, ama moralimi bozmaya yetmiyor benim. Seviyorum arabada radyo dinlemeyi, trafik varmış yokmus cok da umurumda oluyor iste.. Gene bir yarışma için aramalıyım muhakkak diyorum kendi kendime.
Habire yapılacaklar listesi hazırlıyorum, notlar yazıyorum saga sola. Sonra o kalabalık notlar çantamda beni deli ediyor, ama olsun.
Herkese zaman ayırmak istiyorum, sonra birden kimseyi gormek istemiyorum. Aniden kendi basıma kalasım geliyor. Uzun uzun yürümek istiyorum ama yürüyecek sokak bulamıyorum. Okula git, orada yürü, bak nivyork'ta kaçırdın "foliages" mevsimini, simdi tam zamanı git doya doya seyret ağaçların yaprak dökümünü diyorum, diyorum ama... Kim gidecek simdi taa oralara diyorum hemen ardından...
Çalıştıkça mutlu oluyorum, fakat üzülüyorum uzakta oldugum için.. Daha fazlasını yapabilir miydim acaba diyorum? Cevabını bilsem dahi kendi kendime bu soruyu gene de soruyorum. Başka türlüsünü yapamam, kendimi cok iyi tanıyorum. En ideali bu benim için.
En cok şükretmeyi hatırlıyorum kendi kendime kaldigimda; aksam kafamı yastığa koyduğumda derin bir nefes alıp hayatımdaki olumlu seyler için sukrediyorum. Sonra sessizce ertesi gunun planını yapiyorum kafamda, o planın hic bir zaman tutmayacagini bilsem dahi gene de ısrarla program yapiyorum kendime.
Ve usulca uykuya aliyorum....
Bir yandan bu sehre ait, diğer yandan yabancısı gibi hissediyorum... Herkes her konuda şikayet etmeye devam etse bile, ben seviyorum herseye rağmen utangac ve çarpık bacaklı sehrimi...
Ankara değişmeye devam ediyor, yeni binaları görüyorum gozumun ucuyla Eskişehir yolunda giderken.. Ama kıs aylarında tipki lise yıllarımda olduğu gibi bir is kokusu sarıyor gene aksamlari başkenti. Benim hoşuma gidiyor ama. Ankara benim için is kokusu mu yoksa?
Sonra, tanimadigim insanlara kasada, markette, sokakta iletişime her geçtiğimde üzülerek hala nezaketten nasibimizi alamadığımızi goruyorum... Komiktir ama, ben bile suratsizlasiveriyorum uçaktan iner inmez. Onume zart diye gecen birine oracikta ders veresim geliyor. Tahamulsuz oluyorum aniden. Sonra da kıziyorum kendime.
Zamanın su gibi akıp gittiğini cok daha fazla hissediyorum Ankara'ya her gelişimde... Kendi çocukluğumu tekrar yasıyorum Binses'teki eve her gittigimde mesela. Sonra aynı evde İlker'i arıyor gozum, geri döneceğimiz gunü iple çekiyorum o an :) Baba evine her gittigimde, tekrar o minik yatağıma kafamı her koyduğumda ise Üniversiteli gibi hissediyorum gene. Midterm'ler, finaller, ödevler.. "Asli Hanim, alttan su ve su dersiniz eksik gözüküyor, diplomaniz o yuzden geçersiz; tekrar o dersleri vermeniz gerek" diyen kabuslarımı hatırlıyorum (!).
Sonra sokakları karıştırıyorum bazen, sinirleniyorum kendime ciddi ciddi.. Trafik diyorlar cok fena, ama moralimi bozmaya yetmiyor benim. Seviyorum arabada radyo dinlemeyi, trafik varmış yokmus cok da umurumda oluyor iste.. Gene bir yarışma için aramalıyım muhakkak diyorum kendi kendime.
Habire yapılacaklar listesi hazırlıyorum, notlar yazıyorum saga sola. Sonra o kalabalık notlar çantamda beni deli ediyor, ama olsun.
Herkese zaman ayırmak istiyorum, sonra birden kimseyi gormek istemiyorum. Aniden kendi basıma kalasım geliyor. Uzun uzun yürümek istiyorum ama yürüyecek sokak bulamıyorum. Okula git, orada yürü, bak nivyork'ta kaçırdın "foliages" mevsimini, simdi tam zamanı git doya doya seyret ağaçların yaprak dökümünü diyorum, diyorum ama... Kim gidecek simdi taa oralara diyorum hemen ardından...
Çalıştıkça mutlu oluyorum, fakat üzülüyorum uzakta oldugum için.. Daha fazlasını yapabilir miydim acaba diyorum? Cevabını bilsem dahi kendi kendime bu soruyu gene de soruyorum. Başka türlüsünü yapamam, kendimi cok iyi tanıyorum. En ideali bu benim için.
En cok şükretmeyi hatırlıyorum kendi kendime kaldigimda; aksam kafamı yastığa koyduğumda derin bir nefes alıp hayatımdaki olumlu seyler için sukrediyorum. Sonra sessizce ertesi gunun planını yapiyorum kafamda, o planın hic bir zaman tutmayacagini bilsem dahi gene de ısrarla program yapiyorum kendime.
Ve usulca uykuya aliyorum....
5 comments:
Küçük lahananın kafası karışmış galiba:) Yürüyecek sokakların olmaması beni de hep çok üzer. Hele ki İstanbul! Ağaçlardan sonbahar yapraklarının döküldüğü parklar bile kalmadı artık.
Oysa yürümek gibisi yoktur iyi hissetmek için.
Merak ettim noluyo diye?
Yazılarından samimiyetle sorayım istedin. İyisin di mi?
Teşekkür ederim Ozlem, cok iyiyim bakma azıcık hüzünlü gözüktüğüme... Her Ankara'ya gelisim boyle oluyor; önce cok heyecanlaniyorum, cok sey yapmak istiyorum, sonra hic birşey yapmadan kendi kendime kalasim geliyor.. Belki birkaç gundur güneş yüzünü görmemek de bu ruh halini pekistirmistir.. Atıcam kendimi bugun sokaklara ama :) yuruyecegim yuruyebildigim kadar !
Melankolik yapmis seni sonbahar. bu yuzunu pek gormemistim, hayirdir? zamanin gecmesi mi dusundurdu seni yoksa degisen sehrin mi?
Melankolinin dibine vurdum be Komsum! Bir haftadır güneş yüzü goremedim, siz nasıl kafasındaki tutuyorsunuz orada? Ben unutmuştum coktan :)
Soruna cevap: tutamıyorum zamanniiiii !
Sorma Asli, gunessiz bir yerde yasamanin insan ustunde ciddi etkilerinin oldugunu dusunuyorum. Hatta aksiyon alamayacak kadar down ediyor adami.
Post a Comment