Wednesday, February 28, 2007

Bati cephesinde yeni bir sey yok

Hem de yeni hic bir sey yok desem daha dogru olacak.
Bruksel ayni Bruksel, biz ayni biz :)




Bundan iki hafta once sabah 7.30'da gozlerimi actigimda yatak odasinin perdesinden iceriye sizmaya calisan kipkirmizi bir isik gormustum.. o sersemligimle kalktim ve daha gozlerimi bile acamiyorken bir kac kare resim cektim blog'a koymak icin.. kismet buguneymis :)

Daha da komigi, ben resimleri cekikten sonra dogru yataga geri dondum. Ilker de uyaninca, ayni dusunceler ile gitmis birkac resimde o cekmis.. bilgisayar'a resimleri aktarirken kendi kendime " allah allah ben bu kadar cok cememistim ki resim?? allah allah uyku sersermiligi ile demek ki daha cok cekmisim de farkinda degilim" diyordum. aksama da gizemli resimlerin sirrini cozduk :)


****

Bu aralar havalar tam anlamiyla sonbahari andiriyor, sabah aksam yagmur ve kapali gokyuzu.. hos biz bu sene zaten dogru durust sonbahar bile yasamadik ki burada, telafi ediyo iste :) Bu havayi gorunce de aklima habire kuresel isinma geliyor, mevsimler kaydi, yeryuzu isindi, sonumuz hayrola valla.. benim cok ciddi endiselerim var bu konuda hic sormayin.. takmis durumdayim cok kotu bir sekilde.. takmis birisi olarak bir de Al Gore'un An Inconvenient Truth belgeselini seyrettik bir kac hafta once ve iyice sinirlerim bozuldu, ben bu dunyaya cocuk mocuk dogurmam derken buluverdim kendimi !! >:(

Havadan sudan bahsetme faslini gectik, simdi daha guzel seylerden bahsedicegim :D

Ta taaa... ben hayatimda ilk kez zeytinyagli yaprak sardim veeeeee az pisirmis olmama ragmen tadi enfes oldu, enfes enfes enfeeeees...

Valla kendimi ovmuyorum, annemin dolmalari ve sarmalarindan sonra ikincilik benim olur kesinlikle :)

Simdi tabi kanit isteyeceksiniz :D ama ben de dicem ki: yedik bitirdik :) saldirdik resmen hatta, ac kurtlar gibi soylemesi ayip valla ehe ehe :D ... sanki on senedir zeytinyagli yememis gibi yedik.. uzatmiyorum tamam, bitti iste napiiiim... ama artik ben de sarma sarabiliyorum hemide parmak kadar yaaaa :)

Ilker bile - ki kendisi benim en onemli gurmem ve yemek elestirmenimdir- Asli uzun zamandir yedigim en guzel zeytinyagli sarma dedi :) (simdi niye en guzeli demedi onu bilmiyorum ??? ben ona sorarim aksam >:( grrrrr ! )


Bu haftaki en onemli olay buydu valla: Zeytinyagli sarma :P


Bir de Cekov'un Marti piyesi sahneleniyor, ona bilet aldim.. valla cok merak ediyorum... dort saat suruyormus, acaba iki antrakt veriyorlar midir? ben acliktan olurum yoksa cekov seyredicem diye :D

***

Bugun Gent'deki arkadasima gitmek istiyordum ama havanin bu kadar kotu olmasi evden burnumu disari cikarmami engelliyor su an itirbariyle.. Ama gidicem, azimliyim.. ogleden sonra cikarim yola, iki saat oturur donerim,azcik da bebek severim :D heyooo

Gent ne ki, 45 km'cik sadece :) (pozitif dusunce buna denir valla) bir de sole kuzu kurdun yol fordun diyeyim aslan turk soforleri misali heheeey :D kim tutar beni simdi ?? :P


Allah allah ??? beni yalanci cikaracak bu hava, simdi de gunes acti iyi mi???!!! Bir alem valla buranin havasi.. bir yerlerde de gokkusagi cikar simdi :)


Neyse, konuyu dagittim, bu da nokta koymamin da zamani geldi demektir.

Friday, February 23, 2007

Crossing the Congo

Uçsuz bucaksız Kongo Nehri

T. I. A. (This Is Africa)

2006–2007 de Afrika’yı konu alan baya film çekildi..

The Constant Gardener, Lord of War, Blood Diamond ve The Last King of Scotland severek izlediğim filmler oldu.

Sanki hepsi Afrika'daki acı gerçekleri bizlere, şanslı doğanlara, aktarmak için birer yarışa girmişlerdi... yoksa amaçları tamamen ticari bir güdüyle Afrika’nın sırtından bol sıfırlı gişe rekorları kırmak mıydı ??

Gecen hafta Blood Diamond'u seyrettik, bu hafta da The last king of Scotland'a gittik. Ben her iki filmi de, diğer Afrika temalı filmler gibi beğendim.

Sonra uzun uzun düşündüm... Niçin beğendim ben filmleri?? Kısacık Afrika maceramı/sevdamı beyaz perdede seyrettiğim sahnelerle yeniden yasadığım için mi, yoksa başarılı (Oscar adaylı vs) birer Hollywood filmi oldukları için mi?

***

Hiç unutmuyorum, Belçika’ya ilk gelişimizde Kinshasa nasıl da burnumda tütüyordu.
Oradaki havayı soluyabilmiş olmak benim için nasıl bir önem taşıyordu.

Belki de annemin dediği gibi benim tohumlarım Afrika'da atıldığı için toprak beni çekiyordu. Tam olarak bilemiyorum niçin bu kadar sevdim Afrika’yı? Aslında yüreğime dokunduğu, o muhteşem doğası, sıcacık insanları ve yaşamak ne demek olduğunu bana gösterdiği için çok sevdim...

***

Afrika baltanın ya da batılı dünyanın ifadesiyle medeniyetin (demokrasi oluyor ya bu) girmemiş olduğu koskoca bir orman. Hayatin bütün acıları günlük yaşamın birer parçası olmuş, ama bu acıların hiç kimsenin neşesini, yaşam sevincini bozamadığı bir yer.

Hastalıklar, ölümler, savaşlar ve birilerinin ülkeyi hep sömürmesi o kadar günlük hayatın içinde yer alıyor ki, bu acılara inat edercesine hayatı bir o kadar neşeli ve şarkılarını bir o kadar içten söylemeye devam ediyor koca Afrika.

***

Serge diye bir şoförümüz vardı, çok akıllı bir çocuktu, cin gibi hatta :). Çok da güzel araba kullanıyordu. Simdi sorarsınız niye şoförünüz vardı? Nedir bu lüks hayat diye?

Başta güvenlik sebeplerinden dolayı; Kinshasa'da sadece bir kez arabayı kendim kullandım , onda da yanımda Ilker vardı. O akşam evimizin önünde, koskoca işlek caddede iki tane genç kendisini arabanın önüne attı. Istedikleri sigaraydı ama arabaya sarılmaya başlayınca ben korktum ve tek başıma olsam herhalde ne yapacağımı şaşırmış bir halde dona kalırdım orda, gerisini düşünemiyorum bile- üstlerine mi sürerdim yoksa kapılar pencereler kilitli titreyerek İlker'i mi arardım. ( Insan kendi memleketinde biliyor nasıl davranacağını ama burada şaşırıveriyor, sizin bir hareketinizin ırkçı bir hareket olarak algılanmasından korkuyorsunuz, arabanın altına yatar ezdi beni der hadi bakalım ayıkla pirincin taşını)

Bir de tabii daha bir sosyo-kültürel anlamı var: zamanında sömürgeci beyaz adamın alışmış olduğu bütün hizmetler hala günlük hayatin bir parçası. Çamaşırını kendi yıkayan bir beyaz, adam yerine koyulmuyor, komik bir şekilde saygı hiç duyulmuyor. (beyaz kelimesi sadece ten farkından ibarettir, Afrika’da siz beyazsınızdır. Yok Türk müşsün, yok Macar mışsın hatta Hintliymişsin hiç bir anlamı yoktur. Irkçı bir ifade değildir altını bir kere daha çiziyorum)
Evet, ilk başta algılamak çok zor geldi benim için de ama küçücük bir evimizde haftada 6 gün gelen bir yardımcım vardı -Fifi :) (ah Fifi ah
:) seni nasıl da aradım buralarda )
Bir yandan kızıyorsunuz bütün bunlara, ama diğer yandan sizi eğitimli, güvenilir ve saygı değer yapıyor bu alışkanlıklar. Fifi’nin veya Serge’in bizde çalışması onlar için büyük gurur kaynağı idi, Beyaz adam onlara kötü davranmaz ve emeğinin karşılığını adil bir şekilde verir mantığı ile- nasıl bir tezatlık değil mi? Beyaz adam bütün kıtayı yüzyıllarca sömürsün, kessin biçsin herkesi, ama hala güvenilir adam olarak algılanmaya devam edilsin (??)

Evet, Serge’in basına gelenlerin söyle bir listesini çıkarırsak:


Serge’in küçük oğlu sıtma oldu haftalarca tedavi edildi.

Serge’in hastalanan oğlu vefat etti.

Serge’in fırtına ve yoğun yağmurlar yüzünden evinin çatısı paramparça oldu.

Serge ve karisi ayrı ayrı baba evlerinde kalmak durumunda kaldılar.

Serge, diğer oğlunu da kendisiyle goturmustu babasının evine.

Serge’in karisi başka bir “koca” buldu kendine ve Serge’i çocuklarıyla beraber bıraktı.



This is Africa gerçeğinin bir yüzü de bu, diğer yüzü de siyasi istikrarsızlık ve iç savaşlar.

Bütün bunları yasayınca, sen alamadığın bir ayakkabı için üzülür müsün? Yoksa aksam klima bozuldu çok sıcaktı diye yakınabilir misin bir daha?

***

Seyrettiğim filmlere gelince, hepsi bir yerden bir konuya dokundurma yapmış:
Medeni ülkelerin Afrika sırtından yürüttükleri milyarlar değerindeki kacak silah ticareti, ilaç sektörünün devlerinin ve gene büyük medeniyetlerin Afrikalıları kobay gibi kullanması, conflict zone elmas ticareti ( savaş elmasları mı deniyor ?) ve büyük medeniyetlerin (bu terimi her kullandığımda gülüyorum) Afrika’nın zengin topraklarını post modern bir bicimde sömürmeye devam edebilmeleri için maşa gibi kullandıkları liderler ve körükledikleri iç savaşlar.

Tabii ama en önemlisi, bütün filmlerin ticari bir kaygısı olduğunu unutmadan seyretmek. Hollywood bu :)

Afrika fonuyla (pilav üstü kuru fasulye gibi :P )

-aşk hikayeleri,

-gözü dolduracak demokrasi nidalarıyla hergün televizyonlarda izlediğimiz dünyayı kurtarma misyonunu üstlenen ülkerlerin yasadışı silah ve elmas ticaretleri

-macera için giden bir doktorun travmatik anılarından uyarlama gerçek olaylara dayanan

birer hollywood filmi hepsi eninde sonunda.


Aslında bütün bu filmlerde gerçeklik payı tartışılmaz biçimde var. Ama sırf Afrika’nın gerçekleri değil ki, günümüzün acı gerçekleri bunlar. Sahipsiz kıta
Afrika’nın (sahipsiz? nasıl bir kelimedir bu şimdi??) bati medeniyetleri tarafından keşfedildiğinden (?) beri bir türlü yakasını kurtaramadığı gerçekler.

Bütün bunları yazarken, Afrika hakkında düşüncelere dalarken veya filmler seyrederken kendi kendime de konuşmuyor değilim hani. Afrika’yı bilen önemli bir şahsiyet mi oldum? Yaşadığım topu topu 9 aylık Afrika deneyimi, evet oranın havasını soludum ama ne oldu? Uzman mı oldum? Afrika’nın bütün sorunlarına cevap mı getirdim? Çözdüm mü Afrika’yı?

Hayır, tabii ki. Ama gönül bağladım o güzelim kıtaya. Uzaktan üzülmekten ve özlemekten başka da bir şey yaptığım yok. Anlatmak dışında. Kendimi, yaşadıklarım sayesinde geliştirebilmek dışında.

Hayatımda elimdeki her şey için- sağlık, aile, akşam boğazımdan geçen yemek için şükretmeyi en iyi orada öğrendim.

Koskoca bir tokat yedim, ama çok da iyi geldi :)
Tokattan sonra da o güzel kollarına aldı beni Afrika. Güneşiyle ısıttı, doğasıyla şımarttı beni ve heryeri inleten ekvator yağmurlarıyla da kendime getirdi
:)

***

Dediğim gibi Belçika’ya geldiğimiz gün, burnumda tutuyordu Kinshasa. Metroda gördüğüm bütün "Maman" lara sarılmak istedim, o kocaman bünyelerine sarılıp kafamı okşasınlar istedim.

"Hadi iyisiniz şimdi, Brüksele geldiniz medeniyete kavuştunuz" laflarına verdiğim '"Ben Kinshasa'yi buraya kat kat yeğlerim" cevabımı sanırım kimse anlamadı. Birtek benim gibi hisseden ve düşünen canım kocam dışında.

Sevgiler,

Aslı

bir de şöyle yemyeşil bir manzara resmi koyayım dedim :)

Wednesday, February 21, 2007

Veni Vidi Vici ??

Orda bir köy varmış uzakta...
Pazartesi öğlen Faymonville karnavalına gitmek için çıktık yolla. Hani daha önce bahsettiğim bir Türk kasabası vardı ya, iste oraya gittik :

"Karnaval mevsimi de yaklasti.. yoksa basladi mi bile??
Burda Turk koyu diye bilinen bir Walon (Belcika'nin Fransizca konusan bolgesi ve toplulugu) sehri varmis Faymonville miydi ismi?? Bana anlatilan hikayesi cok hostu, hacli seferler sirasinda bu koyden kimse katilmak istememis seferlere ve bahane olarakta: biz Turkuz olmaz, gidip catisamayiz oralarda demisler :) O gunden beri de bunlara Turk muamelesi yapilmis hep ve bu Faymonville bu Turkluyu oyle bir benimsemis ki geleneksel olarak her sene giyinip suslenip karnaval zamani Turk korteji yapip geziyorlarmis sokaklarda :)

Simdi bu konuda internette bilgi ararken bunu buldum
Burda daha farkli versiyonlari da var Faymonville turklerinin hikayesi hakkinda. Okuyun bence :) Okuyun ki ben bir kere daha buraya yazmiim orda yazilanlari :D ehe ehe
( ay cok hos ya.. futbol takimilarinin ismi de turkania :))"

Belçika’nın doğusunda, Brüksel’den 163km uzakta, Almanya ve Luxemburg sınırlarına yakin.. Benim için bitmek bilmeyen bir yol oldu :(

Dediğim gibi yol çok uzun geldi bana... hem de minibüs’ün en arka sırasına oturduğum için öyle böyle değil çok kotu araba tuttu beni >:( Bütün yol aman asli sakin kusma telkinlerimle geldim zar zor.

Bu arada manzara birden değişiverdi doğu’ya doğru ilerledikçe :)) Bir buçuk senedir Belçika’da olmamıza rağmen ben hiç Wallon bölgesine gitmemiştim, Flaman bölgesini, ozellikle Bruges ve civarini karış karış gezdik ama ( dümdüz bir coğrafya, dağ yerine geçebilecek tek yükseklik Jacques Brel’in de şarkısında söylediği gibi kilise kuleleriydi. )

Her neyse, Faymonville'e gitmek icin Ardennes bölgesinden de geçtik yanılmıyorsam.
Liege istikametindeki otoyolu aldik ve Liege'i ge
çtik ilk önce. Spa’dan düz devam ettik ve Francorchamps’un geçtikten sonra, dağ yollarında döne döne -ah bir de bana sorun o dönüşleri- sonunda Faymonville’e ulaştık.

Faymonville kasaba bile değil, minik bir köy. Evler ama çok bakımlıydı tabii ve çok hoş mimarisi olan değişik evler de vardı ...

Faymonville hakkında bildiklerimi zaten sizlerle paylaşmıştım bile: bu küçük köy her sene karnaval’da Türk kıyafetlerine bürünüp sokaklarda karnaval kortejiyle geçit yapmalariyla meşhurdu :) Bu sefer bir de sadece orada üretilen bir likör’ün de adinin Turkenblut olduğunu öğrendim ve minik bir şişe aldım. İlker’in elindeydi en son ve nereye sakladı bilemiyorum o yüzden çekemedim resmini :(

(Bu arada Word’da yazıyorum bugünkü yazımı yani Türkçe karakterler kullanabiliyorum ama klavyeyi kullanamıyorum bir türlü ve çok yavaşım çoook – ama gösterdiğim bu çaba için alkışımı isterim ona göre :P)

Neyse, ne diyordum ben...

Hmmm, evet..

Minibüsten inince üstünde bir Türk bayrağı olan bir koca otobüs gördük ve köy ahalisinin toplandığı yere doğru ilerledikçe de buralara kadar bizim gibi gelen vatandaşlarımız hemen gözüme çarpıverdi. Teyzeler, amcalar almışlar ellerine birer bayrak kortejin geçeceği sokakta bekliyorlardı. Gazeteciler de gelmişti hatta kanal d logosunu bile gördüm... :D

Faymonville karnavalı benim düşündüğümden çok daha farklıydı. Bu sene mi böyle oldu yoksa genelde hep böyle miydi ama bilmiyorum.

Kortejin açılışını ellerinde koca bir Türk bayrağı ile kafalarında kırmızı fes ve üstlerinde kırmızı bir yelekle üç tane atlı ‘Türk’ yaptı :)) Hemen ardından folklorik entariler giyinmiş bando geldi (üç etek mi deniyordu o kıyafete ?). Bando’dan sonra da üstünde bir Türk bayrağı olan bir kale geçti ehe ehe :D Bir de gene kaportanın (??) üstünde Türk bayrağı çizilmiş bir araba vardı kortejde.. :)

Karnaval geçidinin gerisi ise Avrupa alışagelmiş karnaval havasındaydı. Farklı farklı mizansenler ile şarkılar çalındı, konfetiler atıldı...

Belki de kendi kafamdaki Faymonville karnavalına uymadığı için ‘hadi artik gidelim’ demeye başladım ben geçidin ortasında... Zaten sabahki mısır gevreği ile duruyordum ve bütün yol boyunca midem bulanmıştı, başım dönmüştü...

Kortejden sonra bir şeyler içmek için Faymonville’in iki kafesinden açık olanina gittik . Belki sandviç de vardır diye ümit ettik ama yiyecek sadece waffle vardı (pardon gauffres demeliyim :P). Kafe’nin hemen yanında Sultanat :) isimli otelleri vardı , bir koşu oraya gittik ama kapalıydı. Kahveler ve şaraplar içildi ve gidip o meşhur Turkenblut likörünü almak için kalkıldı. Market kapalıydı, ama komşunun yardımlarıyla market sahibi bulundu ve dükkân açıldı :D... Bizler aç kurtlar olarak abur cubur ne varsa saldırdık yemek niyetine ama iki cips yedikten sonra öyle bir baydı ki, hepsi öylece kaldı, hatta mide bulantisi bile yapti :(

Dönüş yolu da gidiş kadar berbat geçti benim için hele bir de iyice karnim zil çaldığı için bu sefer kabusa dönüştü resmen :((( Ama sağ salim kusmadan Brüksel’e vardık.

Bir daha gider miyim Faymonville’e ?? Ancak İlker çooooook gitmek isterse giderim, başka bir kuvvet de beni oralara götüremez bir daha.

Bahsettigim araba

Kale

Kortejin geri kalan bolumunden bir ornek


******
Daha once anlatmistim kisaca Faymonville'in hikayesini ama blogun icinde kaybolmus gitmis.. bari konuzula butunluk saglasin diye buraya ekleyim ben gene de:


Thursday, February 15, 2007

Gunesle uyandik bu sabah

Bu sabah uzun zamandir ozlem duydugumuz kocaman bir gunesle uyandik :)
Butun evin icini saran o guzel gun isigi ile hic mirin kirin etmeden borek bile yaptim sabah sabah :)

Bu resmi de demin cektim, saat 16:00 oldu burda ama hala kocaman bir gunes var gok yuzunde..

Ilker gecen gunlerde hep nicin bu kadar zor uyanir olduk sabahlari diye sorgular olmustu kendi kendine.
Ben de annemin bana soyledigi laflari her seferinde takili plak gibi soyler olmustum - cevaplarim ama hic tatmin edememisti simdiye kadar. Sonra Scientific American miydi yoksa Scientic mind mi hatirlamiyorum -o kadar cok bilim dergisi alirsa bole olur, takip edemiyorum valla :)- orda bir makalede okumus ve aradigi cevabi buldu sonunda..
Aslinda gene benim annemden duydugum ve her seferinde soyledigim 'buranin ikliminden' tezimizle ayni kapiya cikmasina ragmen, ilker bilimsel bir cevap alinca cok memnun oldu. Evet gun isigi eksikligi, yani biolojik saatimiz surekli karanlik oldugu zaman sasiriyor ve kendini adapte edemedigi icin de surekli bir uyku ihtiyaci mesaji veriyormusssss :P.
E iste benim dedigimle ayni kapiya cikiyor, iklimi buranin bole yapiyor adami :) Annem her zaman bilir herseyin cevabini, bilimsel sekilde soylemese de :D.

Canim annecim benim.. Simdi babam ve abimle ortak olup anneme takildigimiz anlar geldi aklima :) Seni cok seviyoruz annecimmm... ve ben.. ben.. ben cok ozledim hepinizi :'(

Eveeet bugun bu guzel gunesi bulmusken ben butun pencerelerini actim evin :) , aslina ne gibi bir fark oluyor anlamadim ama, herhalde psikolojiktir.
Bir de gunes vurunca salon camimin ne kadar kirli oldugunu gordum ve utandim :(

Ne diyordum ben? evet buralarda cok kiymetli olan guzelim gunesten bahsediyordum dimi.. Evet, aslinda her ne kadar iklimi kotu bir cografyada bulunuyor olsak ta, yigidi oldur hakkini yeme derler, ben de buranin en sevdigim cografi guzelligini soyleyim bari : yaz aylarinda saat gece 11e kadar hava kararmiyor :))))
Nasil guzel bir olay anlatamam.. saat 22:00 olmus hala hava aydinlik, bole sokaklardan iceri giresi olmuyor insanin :) Iste busunu cok sevdim ben Belcika'nin.. e tabii bir de yesilini. yukardaki resime bakar misiniz? :) yesil yesil valla. Gozumuz gonlumuz yesile doysun azcik :)

******

Dun aksam bir de ilk defa basindan sonuna kadar bilincli bir sekilde Dr Zhivago'yu seyrettim.
Biz bu aralar hep boyle yoklugu cok guzel bir sekilde ele aldiklari filmler seyreder olduk. Iki gun once de Russel Crowe'un oynadigi
Cinderella Man'i seyrettik.. (ben cok agladim cooooook )

Neyse, Omer Serif'e bir kere daha hayran oldum ve bu filmin de neden klasiklerin arasinda yer aldigini cok iyi anladim... ve simdiye kadar niye seyremedigime anlam veremedikten sonra ilker'in 1.5 saat emek vererek yapmis oldugu guzel irmik helvasini yedim :) Ellerine saglik, cok guzeldi- ki ben sevmem irmik helvasini ama bunu cok begendim :)

Bugun rusca dersi icin de 1977 yapimi bir rus filmine gidecegiz sinifca. Icim disim rusca olmaya basladi valla :)
Ama bole memleketinde olmadan, ana dili rusca olmayan birinden de olmuyor ya rusca ogrenmek ( cok mu onyargiliyim acaba??) Tadi damagimda kaliyor dicem ama tarif edebilmis degilim bu hissi :( Eksik kaliyor birseyler.. hah evet, eksik kaliyor iste tam anlamiyla..

Aman sizler eksik kalmayin bu hayattan :)
Nasil ama? guzel bir bitis oldu valla ehe ehe
Siz siz olun eksik yasamayin hayatinizi :)

Sevgiler,
Asli

Monday, February 12, 2007

Yorgunum yorgun...

Cuma'dan beri evde oturamadik soyle ayaklarimizi uzatarak inanir misiniz?

Persemde'den basladi aslinda bu kosturma ve hafta sonu da iyice artti tempo.. party animal miyiz yoksa social animal mi anlamadim ama bir animallik oldugu kesin :P ehe ehe ehe

Efendim, persembe gunu, bloga da yazdigim gibi Gent'e arkadasima gittim. Nurtopu gibi bir oglusu oldu :) Allah anali babali buyutsun. Gent'e trenle gittim, hem o gun kar yagdigi icin yollar kalabalik ve tehlikeli olabilir diye hem de Gent'de hastane ararken ben kabolurum kesin diye. Ohh, guzel guzel de gidis yolunda uyudum :) Donuste ama trenimi kaciridigim icin rusca dersime ucu ucuna yetistim..

Eveeet, persembe gunu ilk rusca dersime de gittim. ULB'nin ve Bruksel ticaret odasinin ortak verdikleri aksam kurslari iste.
Hocamiz 50-55 yaslarinda bir bayan. Dersteki diger insanlar ise karmakarisik, 3-4tane gencecik kiz var-biri de moldovaliymis :)- orta yas ve ustu de buyukler var, hatta iki tane beyin de esi rusmus :) nasil mi ogrendim ? "Hocam, benim esim bu soylediginizin boyle olmayabilicegini soyledi bana..." diye basliyan cumlelerle :D

Yanliz, ilk izlenimim cok kotu oldu, dest bana cok sikici ve kotu duzenlenmis geldi. Benden baska 3 kisi daha yeni kayit olmustu, 4. kur sonucta, hepimizin az cok rusca bilgisi var ve ders tecrubesi var.
Hoca cok fazla fransizca konusuyor, tahtayi hic kullanmiyor ve en kotusu onceki kurdan kalma ders notlarini istedik veya hangi ders kitabini kullandigini sorduk, en azindan ne ogretmis ne ogretmemis hem bizim icin de bir tekrar olur diye, hocanin elinde onceki kurdan hicbir sey yokmus (??!!) ders kitabi da almayin dedi, kitaplarda butun gramer bilgilerini veriyorlarmis, hoca ama secerek eleyerek verdigi icin, cok anlamli olmazmis bizim icin dedi (??!!) :(((
Benim o aksam zaten butun hevesim gitti. Motivasyonum sifirin etrafinda gezinmeye basladi..

Hani ben aslen ispanyolcaya kayit olmak istiyordum ya, aradim bu sabah, boyle boyle, ders degistirebilir miyim diye.. olmuyormusssssss... burda elini verdin mi kolunu kaptiriyorsun resmen yaa.. para iadesi de olmuyormus... napalim?? gidicez ruscaya elimiz mahkum.. Keske Katia hocadan kalma ders notlarim ve kitaplarim yanimda olsaydi :(
Ah Katiuska ah, cok iyi bir hocaydin gercekten de, kekse burda olsan da gene rusca ogretsen bana..

Neyse, ev odevi de var.. kaynak olmadan da insan afaliyor ya.. indirect speech'e cevirecegimiz bir metin verdi gecen ders.. elimde ama o dersle ilgili hic brisey yok.. ya gidip kitap karistiracam kitapcilarda, ya internetten buluca, ya da kendi kafamda kalan indirect forma sokup oyle teslim edicem odevi :P

Persembe aksami, anliyacaginiz gibi moralim bozulmus, acayip yorgun bir sekilde saat 21:30da evime geldim.. ilker daha yemek bile yememisti, ve eve geldiginden beri internette sohbet ediyormus arkadaslariyla :P sonra da sen beni ac birakiyorsun diyor >:(
Ve biz iki akilli, bir turlu seyredemedigimiz "The Astronaut's Wife" isimli filmi oturduk saat 23de seyretmeye basladik. E tabii ertesi sabah pestilimiz cikmis, uykusuz, keyifsiz bir sekilde uyandik.. hatta ben uyanamadim bile :(

**********

Eveeet Cuma aksami Bruksel'in gece hayatina aktik :P
Ilk once Rosa Art Lounge diye bir yere gittik "the place to be" imiss.. erken bir saate gittigimiz icin baya tenhaydi, ama rosa ismini yakistirdigimiz ve ortak ozelliklerinin mini etek oldugu bir grup bayan da bizim gibi erken gelmsilerdi :) ihi ihi ihi.. onlar barda sosyallesirken, bizde kucuk arkadas grubumuzun icinde mojitolar ve biralar esliginde sohbet ediyorduk :)
Saat gece yarisina yaklasirken tabii icerisi kalabaliklasti..

Ben bir ara kapidaki iri cusseli orta yasli, redingotlu portier mi diiim yoksa kapidaki eleman mi diyeyim... neyse iste, kapidaki abiye bakarken dusuncelere daldim: Onun gorevi iceriye uygun olanlari almak, almamak, kapiyi acmak, gerekirse zorla birilerini disari eslik etmek, ve mini etek giymis rosa bayanlarini kollamaktir...
Cok klas giydirmisleri, cok kibar bir sekilde bize kapiyi acip " iyi askamlar, hosgeldiniz, iyi eglenceler" demisti.
Isi bittikten sonra, ustunu degistirecektir, bir kot pantalon, ustune de bir kaban veya eskimis bir deri ceket giyip; ayagina eskimis spor ayakkabilarini veya postalimsi botlarini giyip evinin yolunu tutturucakti. Evi ya St. Josse civaridir, ya Anderlecht ya Schaarbeek veya benzeri bir mahalledidir. Eve gidince sabahtan kalma yemegini isitip yiyecektir veya hazir konserve yemek isitip televisyonun karsisina oturucaktir... bir sigara yakicaktir ve birileri ise giderken o uyumaya calisicaktir.

Nerden aklima geldi adamin hayatini dusunmek ve hayal etmek bilemiyorum o an. Ama bazen bana boyle seyler oluyor. Her birimiz kendi kucuk dunyamizda yasiyoruz. Bununkucuk dunyamizin hemen disinda ise bir sekilde iletisime girdigimiz insanlarla -otobuste yanina oturdugumuz, markette kasada para odedigimiz insanlarla- bu karsilasmalarimizda bir saniyelik bir ilk izlenip edinip, aklimizin ( bilincimizin ortaya cikarmadigi) bir kosesinde o kisiye dair bir varsayim yerlesiyor aninda.

Ben iste bazen, otobuste otururken etrafimdaki insanlarin hayatlarini, benim onlara baktigimda edindigim ilk izlenimle, kim olabilecekleri, nerden nereye gittikleri, onlarin yasadiklari sikintilari, hayallerini soyle bir hayal etmeye calisiyorum. Bunu aslinda sik sik yapiyorum.
Manyak miyim yoksa ben? Pskikopatligin ilk gostergeleri midir bunlar :P

Iste gene boyle bir animda ben de Rosa'nin kapidaki gorevlisinin hayati hakkinda iki saniyede bir senaryo yazdim kendimce ve hersey bir film seridi gibi yansidi kafamin icinde.

Neyse, ben Bruksel gecelerinden bahsedicektim aslinda.. nerden daldim bu konuya. evet cok daginik bir insanimdir ben, aklimda bibir tane dusunce ayni anda oldugu icin herseyi birbirine karistiririm, sonra da ayikla bakalim kolaysa :D

Eveet, iki bira bir mojito ictikten sonra Rosa cok acmamaya basladi beni.. aslinda aklim evdeydi, soyle uzanip oooh guzel bir film seyretmek ne guzel olurdu simdi diyordum icimden.. ama tabii "uyuz" olarak siniflandirilmak istemedigimiz icin sanirim hepberabar e bari mekan degistirelim dedik ve daha once cok bahsedilen ve cok cool olan bir bara gidelim dedik- The Flat

Simdi daha onceden de duymustuk biz burayi gene Bruksel'in trendy yerlerinden biriymis iste, ozelligi de adamlar bar'i bir ev gibi duzenlemisler-ya da aslinda aldiklari evi hic bar'a cevirmekle ugrasmamislar ;) Yani, salon-salle a manger derler ya iste oyle bir barmisss.. insanlar heryere yerselsiyormus yani banyo, yatak odasi vs :) Biz de hatta geyik yapmistik kendi aramizda.. arkadaslarla beraber toplasip banyoda klozete oturup birseyler icmekte cook 'cool' olmalidir diye :P
Herneyse, gittik gorduk iste:

Acayip kalabalikti the flat. Giris kat ince uzun ama bildigimiz bar, yoksa orasi mutfakti da ben mi anlamadim-hos anliyamazdim o kadar kalabalikta :( Ankara'daki Borsa Pub gibi icki borsasi da varmis, piyasayi takip edenler icin ekranlar vardi :)

Ust kat oturma odasi, yemek odasi seklindeydi ve arka tarafta da yata odasi ve banyo vardi.. Bence gelmisken en ilginc olan yerlerde yani, yatak odasinda ve banyoda 'oturmak' lazim.. isin espirisi orda :D yandaki resim The Flat bar'in yatak odasi bolumu

Hic kalmadan-yer yoktu zaten oturucak-ciktik ordan. Tam haydi gencler dagilalim, herkes evine diyecekken.. daha onceden sms attigimiz arkadasimizdan cevap geldi, evet biz hala burdayiz, geliyor musunzu. Aksamdan da ugramaya calisiriz demistik.. tipis tipis gittik :)

Vay Vay Vay.. Bruksel neymis boyle?? Arkadasimiz bize bar saint louis demisti, ilker de ben de, bole salas bir pub hayal etmisiz. Bir gittik ki kapisina, cekmisler iki tane Ferrari, havasindan gecilmiyor valla :)
Ismi de bar st. louis degilmis, Cercle Prive Le Saint-Louis imisss

Fazla ciks idi benim zevkime gore.. belki de musteri kitlesini begenmedim...
Neyse iste, girdik, iki lak lak, sonra da ciktik zaten.. ee saat 2e geliyordu pilimiz bitmisti bu aksam icin :D

*******

Cumartesi, Pazar misafirimiz vardi aksam yemeginde.. evet sushi de yaptik gene bu hafta sonu.... hem de yeni bisi daha kesfettik crab and shrimp rolls :) cooooooook guzeldiiii.. al buzluga at, cikar kizart 5 dakika, afiyetle ye :)

Burda bilen biliyor, Kam Yuen Asian Market var, Bourse tarafinda Vierge Noire sokaginin ve St. Catherine sokaginin kosesinde.. super bir yer.. hersey var.. hatta hint baharatlari bile var ilgilenene.. biz ama daha cok cin ve tay mutfagi icin malzeme aliyoruz.. ama her gittigimizde kendimizi kaybediyoruz ve karar vedik, her seferinde ilginc gelen birsey alicaz diye, tatmak icin. Dondurulmus mini spring roll'lari kesfettik, karidesli gene dondurulmus dim sum'lari kesfettik, sesame balls kesfettik ve iste yazdigim yengecli ve karidesli spring roll son kesfimiz ama bayildim bayildimmmmmm :D tek sorun icinde sadece 8tane var :(
Butun aldiklarimizi bakalim nasilmis acaba diye aldik.. sonucta hepsi dondurulmus kotu de olabilir dimi :) ama yok, hepsi superdi :D Dim sum cok basariliydi ozellikle. Yani evde Dim sum yiyebilmek de cok guzel bisi yaw.. ay agzimin sulari akti bak simdi... miam miam.. :P


*******

Karnaval mevsimi de yaklasti.. yoksa basladi mi bile??
Burda Turk koyu diye bilinen bir Walon (Belcika'nin Fransizca konusan bolgesi ve toplulugu) sehri varmis Faymonville miydi ismi?? Bana anlatilan hikayesi cok hostu, hacli seferler sirasinda bu koyden kimse katilmak istememis seferlere ve bahane olarakta: biz Turkuz olmaz, gidip catisamayiz oralarda demisler :) O gunden beri de bunlara Turk muamelesi yapilmis hep ve bu Faymonville bu Turkluyu oyle bir benimsemis ki geleneksel olarak her sene giyinip suslenip karnaval zamani Turk korteji yapip geziyorlarmis sokaklarda :)

Simdi bu konuda internette bilgi ararken bunu buldum
Burda daha farkli versiyonlari da var Faymonville turklerinin hikayesi hakkinda. Okuyun bence :) Okuyun ki ben bir kere daha buraya yazmiim orda yazilanlari :D ehe ehe
( ay cok hos ya.. futbol takimilarinin ismi de turkania :))

Bu sene ayin kacinda acaba.. kacirmamam lazim :) resim cekip koyarim blog'a siz de gitmis kadar olursunuz boylece ;)

*******

Ben gene uzuuuuun uzuuuuuun yazdim.. kisa kisa yazma gibi bir aliskanligim yok sanki??? Nedir bu kizim, az yaz oz ya.. biy biy biy.. diy diy diy yazdim da yazdim.. daha sik yaz daha az yaz.. bak kac saatir internet basindasin.. aksama da pilates'e gidiceksin.. saat kac oldu ki.. valla bir saat sonra cikmam lazim.. abooo

sevgiyle kalin :)

Thursday, February 8, 2007

Gecmis olsun ve tebrikler :)

Gecmis olsun ve tebrikler :)

Dun aksam Ilker'in patronu ve hanimefendiyi yemege aldik. Simdiye kadar verdigimiz en onemli yemekti. Sag saglim, kazasiz belasiz atlattik, gecmis olsunnn ve tebrikler :)

Menumuz da gayet guzeldi ama porsiyonlar biraz fazlaymiss :P

Antre olarak yarim avokado icine karides koktey verdik, ilk basta kisi basi bir avokado dusunmustuk ama baktik ki yemek cok, porsiyonu kuculttuk :)

Ana yemek olarak.. bende ki de iyi cesaret aslinda, ilk defa denedigim, BBC Good Food dergisinde gordugum, portakal sulu- kus uzumlu ve cam fistikli somon ve morina baligi verdik. Inanilmaz guzeldi, bu BBC Good Food gercekten de coook basarili, her seferinde inanilmaz guzel oluyor tarifleri.. tabii bir de sotelenmis patates ve garnitur vardi yaninda.. cok oldu, bir dahakine garnituru cok az tutucam, yazik, eziyet oldu resmen tabaktakini bitirmek :(

Tatli olarak da tiramisu yaptim, bu seferkine nazar deydi. Oldu, ama herzamanki gibi cooook guzel olmadi :( uzuldum.. kedi dili biskuvilerini az kahvelemisim :(

Bunun disinda tabii ki cok keyifli bir aksam gecirdik. Ben hanimefendiye bayiliyorum zaten, cok tatli, cok icten ve coook kibar ve klas bir bayan :). Valla cok keyifli gecti, ben azcik stres olmustum ama hanfendi'nin ve beyefendinin rahatligi ve samimiyeti ve ilker servisin de guzeldi, hersey dort dortluktu demesi de beni cok rahatlatti, ok dedim bu sefer guzel oldu.

Verdigimiz diger bir yemekte benim yemeklerim sogumustu servis edene kadar da.. cok uzulmustum gercekten de :( O yuzden artik firinda kuzu but yapmaktan cekiniyorum onemli yemeklerde :( var midir bunun bir puf noktasi? Onceden pissin de aman pismedi, yetismedi diye stres olmayim dedim. Firinda da birakmak istemedim, kurur diye.
Bu seferde buz gibi olmustu :(



Duyan da hayatimiz yemek vermekle geciyor sanicak, ama valla bu aralar oyle. Her hafta bir yemek veriyoruz sanki, hatta bazen haftada ikiye cikiyor (bu hafta olucagi gibi).
Gecen cumartesi gunu de cok guzel bir sushi aksami yaptik evde. Ilker-san tam bir sushi master'i seklinde guzel guzel elleriyle besledi bizleri ehe ehe.. enfesti enfessssss
Bu Cumartesi tekrarlicaz bu olayi.. agzimin sulari simdiden akmaya basladi :D

Evde sushi yapmak bu arada gercekten de kolay ve maaliyeti cok dusuk oluyor, restoranlardaki fiyatlarla kiyasladiginizda inanilmaz kar marji koyuldugunu anliyorsunuz. Isin iki puf noktasi var, birincisi aldiginiz baligin cok taze olmasi, biz burda Stokel'de, Dumon meydaninda coook guzel bir balikcidan aliyoruz, valla ahbap olduk ordakilerle.
Ikincisi de sushi pilavini tutturmak. Ilker'le ilk sushi yapisimizda pilav katir kuturdu, acelemiz oldugu icin buzdolabinda sogutmustuk, ama sonradan ogrendik ki, bu pilavin sertlesmesine sebep oluyormus. ben bir ara sushi tarifi de veririm, resimli falan :)

Benim blog' da giderek yemek uzerine olmaya basladi.. eee ne demisler can bogazdan gelir :D
Bir boga burcu olarakta cok duskunum guzel yemeklere ehe ehe :))))

***************************



Bunun disinda neler var neler?
Hmmm.. Bugun kar var bruksel'de :)
Bu resmi bu sabah saat 8:30da cektim.. Cok guzel yaaa.. ozlemisim kari :)

Bu sabah bir de guzel bir haberle uyandim, Gent'de yasiyan arkadasimin bebisi dogmus dun sabah :) Ayyy.. icim bole bir hos oldu ki anlatamam, allah anali babali buyutsun. Bugun gitmek istiyorum ama aksama rusca dersim var, ilk ders oldugu icin de kacirmaktan korkuyorum.. hmm ama trenle gitsem.. yetirsirim ya.. evet evet, ben bugun arkadasimi ve bebisini ziyarete gidiim :)

Evet, bu arada ispanyolcaya kayit olmaya gidip rusca dersi alan da baskasi var midir merak ederim :D
Sali aksam gittim, buyuk bir heycanla, yolda kaybola kaybola- o aksam da kar yaigordu :)- gittim , bekledim, bekledim, gelen giden yok... ne hoca, ne ogrenciler... Kendi kendime acaba bu kursa bir tek ben mi kayitliyim da hoca gelmedi die de dusundum bir sure.. hala bilemiyoruz ne oldugunu -ben ve sekreter hanim- ama sanirim hoca hastaydi ve herkesin haberi vardi benim disinda :D
Tipis tipis evime geri dondum. O aksam ilker'de baska bir yerde ispanyolca dersi icin hocayla konusmaya gidicekti, dersi de 21:30da bitiyordu.. Ilker'i arasam mi acaba dedim once, hani belki o da derse girmemistir. Sonra, derse girmediyse evdedir.. hmm ben simdi aramiim, evdeyse de basarim onu :D die abuk bir dusunceye kapilmis bir sekilde buldum kendimi :D ne demekse basmak? neyi basicaksam? aha aha :D evet kendisine de anlatim bu dusuncemi :P valla neyi basacaksam aha aha aha.. ve evet, ilker evdeydi :P (allah kimseye bole dusunceler vermesin, ve boyle dusunceleler hicbir zaman gercek olmasinnnn- AMIN)

Kar yagisi durmus :( aksama da erir o zaman bu karlar :((((