Wednesday, July 1, 2009

Fransa'da Türkiye Mevsimi - La saison de la Turquie en France




Je ne sais pas du tout si j’ai des visiteurs francophones, mais je crois que ça me plairait bien de savoir qu'on visite mon blog malgré la barrière linguistique (faites moi signe si vous êtes la ;))


Eh bien, si c’est le cas et si vous habitez en France, je vous conseille de vous informer sur La saison de la Turquie en France (cliquez sur le lien ;))


“Du 1er juillet 2009 au 31 mars 2010, la Turquie sera l’invitée de la France avec la Saison de la Turquie en France. Plus de 400 événements culturels, économiques et intellectuels permettront de découvrir l’effervescence, la jeunesse et la modernité de ce pays, trop méconnu en France.

(…)


De nombreux événements seront organisés dans les grandes villes comme Paris, Lille, Marseille, Lyon, Strasbourg et Bordeaux mais également sur l’ensemble du territoire français. Des expositions patrimoniales, d’art contemporain, d’architecture et de photographie ; des spectacles de théâtre, de danse et d’arts de la rue ; des concerts de musique classique et contemporaine ; des événements célébrant le cinéma, des débats d’idées, des projets de coopération éducative et de nombreuses manifestations littéraires auront lieu durant toute la Saison.” (source)



Et qui pourrait dire non à un bon café turc??? :P

Profitez-en ;)


foto/photos: www.saisondelaturquie.fr

Friday, June 26, 2009

The King of Pop


Nassı yani?? O ölemez ki!

Bazı insanlar gerilerinde kocamaaaaan bir iz bırakarak bu dünyayı terk ediyorlar...

Hepimizin en az bir tane favori Micheal şarkısı vardır. Bir şarkısı bizi çocukluğumuza götürür, bir diğeri ergenliğimize, bir başkası ise "işte popun kralı" diye düşündüğümüz zamanları hatırlatıyordur !!

Benim odamın duvarlarını çok uzun süre Micheal Jackson ve Madonna işgal etmiştir... ritüellerim bile vardı: her gece uyumadan önce öperdim micheal'in resimlerini ! (yaş 10-11!!)

Çığlık çığlığa sözlerini bilmeden eşlik ederdim şarkılarına...

Aradan zaman geçti, posterler indirildi, başka resimler asılmaya başlanıldı... Ama MJ hep MJ oldu! Onun şarkıları kocaman bir gülümseme anlamına geliyordu her zaman !

Birden ayaklar yerinde duramıyor, omuzlar ve kafa müziğin ritmiyle sallanmaya başlıyor istemsizce... Hatta yanlız ise insan, çaktırmadan moonwalk denemesi bile yapılabiliyor o arada ;)


Bence gelmiş geçmiş en büyük sanatçılardan biridir! Ölümsüz olmak bu olsa gerek...

Thursday, May 28, 2009

2 final, 1 teslim, 1 mock conference...


Bugün benim için "yataktan çıkmasaydım keşke" dediğim günlerden biri oldu resmen...

Başlıkta yazdıklarımın yarısı bitti, bir o kadarı da yarına kaldı.

1 final ve bir "deneme konferans çevirisi" yarın gözlerimden öper (öss'ye hazırlanan gençler gibi hissetim şu deneme kelimesiyle)

Bir de hava muhalefetiyle karşılaştım ki, o da günümü iyice rezil etti!

Dondum, evet resmen dondum ben bugün.. ayaklarım buz kesildi. Yooo, valla sandalet giymemiştim! 22 derecelik havaya uygun çorapsız giydiğim babetler vardı ayağımda...

Bu kadarla da yetinmedi hava, sağ gösterip sol çaktı öğle yemeğinde birde... nasıl olsa güneş var, iliklerimiz ısınır dedik terasta oturduk ama nafile... güneş yüzünü göstermediği gibi, bir de üstüne bizimle dalga geçer gibi kafamıza yağmur damlalarını bıraktı...

" arkası gelmez dertlerimin, feshüpanallah" şarkısını dinliim ben bari :D

Saturday, May 16, 2009

12 points... Moldova!!


Eurovision 2009

Ben Moldova'nın kazanmasını istirim... dur bakalim kim kime kaç puan verecek ;)

EDİT:

Bilirkişi Lahana Notu :

1-Benim için tam bir süpriz : Norveçli Küçük Emrah kazandı :)
Şarkının girişi ve nakarat kısmı hoştu, ne yalan söliim. Irlanda ezgilerini andırıyordu...
2-Norveçli Alexander Rybak Belarus asıllıymış ;)

Ben de hala Celine Dion'un Fransa'yı temsil ettiğinde kazandığı şarkıyı hatırlarım (senesini bile söylerim ama utandım :D).

Genlerimizde valla galiba var bu örovizyon aşkı :D

Friday, May 15, 2009

Su gibi akıp giden zaman

Ankara'ya döneli neredeyse 1 sene olacak...

Okul desen, neredeyse bitecek (Şafak 68!)...

Brüksellahanam ise 3 yaşına basmış, hatta 4'ünden gün almaya başlamış bile -ama ben bunu daha bugün fark ettim :(

(Not: Yandaki resim geçmiş doğum günü pastası niyetine)


Zaman akıp gidiyor gerçekten...

Zaman demişken, bugün öğlen yemeği için Cafemiz'deydik ve gene nostalji treninde bir yolculuğa çıktım -mübarek sanki abonmanlık almış?!

Aklıma orada yapılan sohbetler, içilen çaylar, yenilen mahmut usta salataları geldi hep...

Aslında çok hoş Cafemiz gibi güzel ve bizim için özel olan yerlerin hala açık olduğunu görmek...

Aynısı Cafe Kahve için de geçerliydi ama kapanmış, ya da dediklerine göre taşınmış... Üzüldüm. Çikolatalı Suflesi pek bir güzeldi halbuki.. Gak guk öten bir de kuş vardı içeride arada bir ödümü koparan :)

Hoş artık yolum pek Arjantin caddesine ya da Tunalı'ya düşmüyor ama olsun, bazı mekanların orada olduğunu bilmek güzel bir duygu.

Başka kulvarlarda yarışan bir de Kıtır Piliç vardır: sulu biralarıyla ve yüksek sesli müziğiyle meşhur olup her Ankara gencinin en azından bir kere gidip ya kokoreç ya da kumpirini yemiş olduğu emektar mekan :)

Orası da yerinde duruyor, oh be! Tabii Çayyolunda açılan yeni Kıtır apayrı bir boyuta taşımıs konsepti ama olsun.... Yenilikler de her zaman kötü değildir :P

Beni şaşırtan birşey de Ankara gençliğindeki değişimi görmek oluyor hep -32lik Aslı konuştu!-

Eskiden gerçekten de saatlerce oturup laklak yapılacak yerler olan bu Cafelerin birden bire "piyasa" yerlere dönüşmüş olması uzun süre, hatta hala beni rahatsız ediyor - bugün yaşamadım bunu o yüzden mutluyum çok :). Belki hala öyledir ama Arjantin caddesinde bir ara karşıdan karşıya geçilemez olmuştu ! Deli oluyordum resmen!!

Böyle burun kıvırıyorum ben ama biz hiç mi piyasa yapmazdık liseli ya da üniversiteliyken ??

Hmmmm, düşünelim biraz... Tadım Pizza vardı Ertuğ Pasajının en üst katında. Orası Cumartesileri gerçekten de "piyasa" olurdu (ama lazanyaları benim için hala muhteşemdir)

Universite yıllarımdan hatırlayamadım birden "piyasa" mekan ... çok ilginç bak bu!

Aaaa olmaz olur mu? Mesa Koru'daki Salata bar ve The North Shields. Tabii tabii oralar da piyasaydı :) Hala bence çok hoş mekanlar. Püfür püfür esen o Ankara yaz gecelerinde terasta oturup güzel bir içki ve hoş sohbet nasıl da güzel olur valla :)

Bir de olmazsa olmaz kortlarımız vardı odtü'de :) Ders çıkışı gidilir bir çay içilirdi "piyasanın göbeğinde" ehehehe :D

Bütün bunlara ben nereden girdim şimdi?

Hmmm...? Evet, blogumun 3 yaşına basmasıydı başlangıç noktam.

Peki ben 3 yaşındayken nasıl bişiydim??

Elbise ve etek hastası olan.. Kısacık kıvırcık saçları olan... kara kuru, inatçı mı inatçı minik bir gevezeymişim dediklerine göre :D

Hiç değişmedim dersem yalan olur tabii ama bazı huylar gerçekten de 7'sinde neyse 70'inde de öyle kalıyor galiba ;)

Bakalım bruksellahanası seneler içinde ne gibi değişimler yaşayacak? Aslında benim çocukluğuma da benziyor şimdiden: 5 sene içinde 3 ayrı mekan hiç de fena bir benzerlik değil...

Bakalım blogum kaç yaşına kadar benimle kalacak, benimle nerelere gelecek? Nelere güleceğiz, nelere kızacağız, neler bizi duygulandıracak? Ama ben dayanamam.. 18 oldu mu atarım evden, gitsin kendi ayaklarının üstünde dursun, aaa !! :P

Kıyar mıyım dersiniz? Zaman gösterecek, zaman ;)

Foto Kaynak (süper pasta resimleri var)

Monday, May 4, 2009

Hatırlatma: Hıdırellez !

Geçen seneki yazımda Hıdırezellez hakkında uzun uzun yazmıştım...

Geleneği bozmadan bu sene de hatırlatma amaçlı bir yazı olsun istedim.

Yarın Akşam, yani 5 Mayıs gecesi bahçedeki güllerin ya da evdeki balkon çiçeklerinin altına dileklerimizi karalayıp koymayı unutmayalım sakın...

Umutlar ve dilekler ertelenemez bence :) Onlar da olmasa bizi bu hayata ne bağlar ki başka ? (tam arabesk tadinda oldu bu cümle :P)


Dur bakalım, baharın müjdeleyicisi olan Hıdırellez belki 6 Mayıs'ta gerçekten baharı da getirir beraberinde.

Olmuyor yani, bahar geldi gelecek diye bekliyoruz, tık yok... Odtü'nün Bahar Şenlikleri, Bilkent'in May Festi başlayacak hala yağmur, hala kara bulutlar var tepemizde :(

Brüksel'deki arkadaşlar da hava atıyor biz parmak arası terlikleri giydik bile nanaaay diye... Valla gıcık oldum...

Bizim ne günahımız var? Hala kalın ceket, hatta bazen manto bile giyiyoruz yahu şu mayıs ayında Ankara'da !!! Brüksel günlerinden farksız hala çantada şemsiyeyle çıkıyorum evden her gün :(



Foto kaynak.

Sunday, May 3, 2009

Sinemastik Fantastik Bumbastik



Geçtiğimiz haftalarda seyrettiğim ve yazmak istediğim, ancak bir türlü fırsat bulamadığım bir film var : The Fall

Ben böyle görsel bir şölen görmedim daha önce... Mest bir vaziyette seyrettim, hayran kaldım her kareye. Keşke sinemada seyredebilseydim.

Valla !! O kadar iddaliyim: yok bunun benzeri !! Varsa da bana da söyleyin muhakkak izlemeliyim :)

Sonradan öğrendime göre de hiçbir özel efekt kullanılmamış... Evet evet, kullanılmamış!!

Kostümler muhteşem, mekanlar muhteşem, hikayesi basit ama sürükleyici ve içinizi burkan türden...


Bazı sahneleri Dali'nin tuvalinden canlanmış kareler gibiydi :)

Konusunu anlatmak istemiyorum. Ben bilmeden seyrettim, bence daha güzel oluyor böylesi. Kafanızın içinde hiçbir şeyi kurgulamadan gidip seyretmek en güzeli. Beklentiye girmemek diyeceğim ama beklentiyi şu yukarıda yazdığım satırlarla zaten yaratmış oldum bile, kusuruma bakmayın artık :)

******

Sinemastik fantastik bumbastik konumuzla devam edelim:

Geçen akşam sinemada ne oynuyor diye bakmaya gittiğimizde karşımızda X-Men Origins -Wolverine' in gösterime girdiğini gördük ve hemen bilet aldık :)

Ne ara çekildi de ne ara gösterime girdi ben takip edememişim...

En son 3. filmin son sahnesinde Profesör X' in ölmediğini görmüştük.

Kaldıkları yerden devam ederler diye beklerken, teeee eskilere gitmişler :) E iyi olmuş aslında, Wolverine abinin geçmişini öğrendik.

Yanlız bu sefer sinemada seyretmekten rahatsız oldum ben. Neden mi? Şimdi böyle bol aksiyonlu, görselli, fantastik, "bumbastik" filmlerde ben bi gaza geliyorum ve tezahurat yapasım gelio :P "Yürü beee ! " gibisinden - bir hanımefendiye yakışmayacak cinsten işte :(

Şimdi bir de bu filmin tamamen Hugh Jackman üzerine kurulu olduğunu ele alırsak, tahmin edebileceğiniz gibi bol bol kaslı vücüt sahneleri var. Bana bu sahneler o kadar komik geliyor ki o anda ekrana popcorn,kuryemiş, yani elimde ne varsa atasım geliyor :) Gene "kim turar seni !!" diye de bağırasım geliyor...

E tabii, şimdi fantastik filmler genelde pek kadın seyricilere hitap etmiyor, e Wolverine'i azcık soymak biraz daha çekici hale getirebilir filmi dimi ? Film fragmanına iki kare koysanız yeter, hemen merak uyandırır- yanılıyor muyum yoksa? ;)

E insan o dev ekranda göze güzel gelen şeyler seyretmek istiyor doğal olarak :P Bunda şaşıracak birşey de yok (bakmayın siz dilime düştü bi kere Wolverine!)

Vurdusu kırdısı bahane, kaslısı şahane işte ! ;)

Vin Diesel'in her filmi, Troy'un sevgili baş aktörleri (hafıza tazeleme: Brad Pitt ve Eric Bana), 300 Spartalı'daki boyanmış kaslar, Maximus rolündeki Russel Crowe vs, vs...

Neyse, uzun lafin kısası : o kadar para dökmüşlerdir ki Hugh Jackman'e, tabii ki azcık soyacaklardı (azcık ne kelime?! töbe töbe!)

O komik sahneler dışında (tam saldırı öncesi üstünü çıkaran Wolverine mesela) fantastik film sevenlerin gene çok büyük keyifle seyredecekleri bir 4.film olmuş X-Men Origins bence.

Bakmayın siz takılmama, ben beğendim filmi (hollywood olsun çamurdan olsun grubuna dahil miyim acaba??)

Neyse...

Aa, bir de X-men sevenlere bilmiyorlarsa bir tüyo vereyim bari. Her X-men filminin sonunda, sabırla jenerik yazılarının bitmesini beklerseniz eğer, ekstra bir sahne seyredebilirsiniz.

Bir de, bir de... Cepa'daki sinemaya ilk defa gittim.. Beğendim, koltuklar rahat, ekran süper, gösterim saatleri daha fazla... Güzelmiş yani.

Bumbastik film tanıtım köşemiz bugünlük bu kadar. Yarına bir ödevim var, oturayım artık onu bitireyim bari...

Zaten rapor, yemek, dizi, ödev, blog derken gece oldu gene... Yetmiyor bana 24 saat !! nerede bu devlet? 24 saatlik gün olmaz!! Vatandaş müzdarip!

Saturday, May 2, 2009

32 yaş mucizesi

" Şimdiye kadar pek çok şey yazılıp çizildi. Ancak bu defaki araştırma, kadının hangi yaşta kendini iyi ve seksi hissettiğini tam bir sayı vererek belirtti.


Kadın her yaşta güzeldir, güzeldir ama bir yaş var ki, araştırmacılar bu konu üzerinde falzasıyla iddialı!İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre, kadınlar kendilerini en çok 32 yaşında güzel hissediyor.

Araştırmaya katılan kadınların %40'ı kendilerini bu yaşta en çekici hissettiklerini söylerken, bunu hayat deneyimlerinden kazandıkları güvene bağlıyor.

Bu yaş grubundaki kadınların aktif bir aşk yaşamının olması ve yemeden içmeden daha bilinçli zevk alması, 32 yaşın güzelliğini ortaya koyuyor.

Araştırmaya katılan ünlü kadınlar arasında Sarah Michelle Gellar, Sophie Dahl ve Liv Taylor gibi isimler de var.

Psikolog Sandra Wheatley, "Bence kadınlar bu yaşlarda kişiliklerini bulmuş oluyor. Güzel hissetmek kendine güven ve hayat deneyimi ile alakalı. 32 yaşında bir kadın 22 yaşındakinden çok daha fazla deneyime ve başarıya sahip oluyor. Güzel hissetmesinin sebeplerinden biri de bu." açıklamasında bulunuyor"


Ben de Akşam gazetesinin yalancısıyım :P

Ama merak da ediyordum : neden bu kadar güzel geliyor bana bu 32 yaş düşüncesi diye... demek ki varmış bir sepebi :D

Sunday, April 12, 2009

Sakin bir hafta sonu

Sakin ve gayet dinlendirici bir hafta sonu geçirdikten sonra, "yoğun Fransızca"yla geçecek Pazartesi ve Salı günleri için enerji topluyorum şu Pazar akşamı...

Yarin sabah yatak odasına giren ve bütün aynalardan yansıyarak beni uyandıracak kocaman güneşle kalktıktan sonra, daha önce bahsetmiş olduğum şarkıyla güne başlamayı düşünüyorum...

Mmm, güzel bir kahvaltı (zeytinli ekmek üzerine sürülecek Pınar krem peynir! :P) ve okuldaki odamızda taze yapılacak bir espressodan sonra kim korkar Y.B hocayla yapacağımız çevirilerden ?? :D

İşte bu benim mini motivasyonlarımdan biri :P

İşin bu kısmı tamam. Yarın sabah güne nasıl başlayacağımı cümle alemle paylaştıktan sonra, asıl bahsetmek istediğim konuya, yani hafta sonunda beni etkisine alan birkaç şeyden bahsedebilirim artık dimi? :)

1. Nicolas Cage'in yeni filmi The Knowing.

Cumartesi akşam şekerli popcorn eşliğinde seyretmeyi hayal ettiğim ama yediğimiz pastadan ötürü midemde yer kalmadığı için kuru kuru seyretmek zorunda kaldığım gayet güzel bir film idi. Yanımda oturan iki çocuğa gıcık olmuş olsam da gıkımı neden çıkarmadım anlamadım, yoksa bu sefer benim yiyemediğim abur cuburları başkası yedi ve yediğini duyurduğu için mi bu kadar gıcık oldum??? Ama bir yandan da bilinç altımda işte bu yüzden onlara kızaman diye sesimi çıkarmadım ?? Hmmm?

Neyse, Nicolas Cage'i çok severim ve çok başarılı bulurum. Görsel açıdan çok iyi bir filmdi bence.

Filmi sevdim sevmesine ama bir tek sonunda biraz "yahu başka türlü de bağlayabilirlermiş" dedirttiler.. Eve gelince internette bağladıkları şekli anlamak için araştırma yapmadım da değil hani... Daha bir anlamlı oldu mu diye sorarsanız: Hayır. Ama genel kültürümü biraz daha zenginleştirmiş oldum :P. Aslında bu da birkaç senedir edindiğim yeni bir huy: ne zaman bir şey seyretsem, ya eve dönünce ya da anında hemen netten araştırmak gibi bir alışkanlık oluştu. İyi bir şey aslında ama bazen dallanıp budaklanıyorum ve seyrettiğim belgeseli unutup internete kaptırıvermiş oluyorum kendimi.

(Ailecek filmin sonunda sarıldıkları sahneyi çok sevdim bu arada. Düşündürttü beni gene uzun uzun... )

Buyrun, belki sizin de ilginizi çeker:


Knowing Trailer 2 - Watch more Movie Trailers

2. Filmin müziği Beethoven'in 7. senfonisi :


002.Allegretto - Dresdner Philharmonie--Herbert Kegel

Bugün çeviri dışındaki çalışmalarımda bol bol Beethoven'in 7. ve 9. senfonilerinden bölümler dinledim...

İyi geldi valla.. insan çok çabuk klasik müziği unutuyor aslında. Arada bir hatırlamak ve deriiiin derin solumak bence ruhunuza iyi gelebilir, bir deneyin belki hak verirsiniz :)

Bu arada dedim ya ben birşey duyduğumda hemen netten araştırırım diye.. Beethoven dinlerken de bir ara hayatını konu alan filmleri bir hatırladım.. sonra da Beethoven'in Bonn'daki evini hatırlamaya çalıştım (aslında gayet net hatırlıyorum gittiğimde 9 yaşında olmama rağmen). Kendime gene kızdım bu vesileyle: Brüksel'de sen yaşa 3 sene ama bir gitme çocukluğunun 5 senesini geçtirdiğin Bonn şehrine.. ayıp valla!! :( Ben bunu çok yapıyorum, gidilecek görülecek yerler yakınsa eğer, hep erteliyorum nedense.

3. Klasik demişken...

"Pazar sabahı erken kalktım bak olmadı şimdi" derken TV'de Hamlet'in film versiyonunu yakaladım... Erken kalkan çok yol alır :P

Othello'nun film versiyonunu da çok sevmiştim.. Hatta Othello'nun hint versiyonunu (Omkara ) bile çoooook sevmiştim. Henüz okuyamamış olduğum hatta seyredememiş olduğum Kral Lear'i çok merak ediyorum uzun zamandır... Belki erken kalktığım bir hafta sonu bir sefer de onu yakalarım TV'de :)

Söylemeden edemeyeceğim Kenneth Branagh (Hamleti oynayan yukarıdaki amca ) muhteşem bir Shakespeare oyuncusu !!!! Othello'da da Iago rolündeydi. İnternetten öğrendiğim ve gene başımın göğe ermesini sağlayan bilgilere göre : kendisi Shakespeare eserlerini sinemaya adapte eden kişiymiş ve Othello hariç çekilen 5 filmin yönetmenliğini yapmış!! E valla erdi ama başım göğe :P


Evet, uzun lafın kısası: keyifli ve sakin bir hafta sonu oldu :)

Uzun zamandır özlemini çektiğim tarzda "ağır çekimde" geçen güzel bir dinlenme fırsatı oldu.

Kim bilir bir daha ne zaman bu rahatlıkta bir hafta sonu yakalayabileceğim? Okulun bitmesine az kaldı ve çalışmalar giderek zorlaşıyor, beklentiler ve stress giderek artıyor... du bakalım, hayırlısıyla bir Final Gününü atlatsak !

Wednesday, March 25, 2009

Peçeteye yazılan istek şarkılar :)

Birincisi küresel yaş krizinin kendisini teğet geçtiğine inanmayan arkadaşım için.





İkincisi de benim ilk koreografik dans figürlerimi ulu orta yaptığım şarkının ta kendisi...



***

Dans figürlerini öğrenelim, sınav yapıcam bir dahakine ona göre :P

Monday, March 23, 2009

Nostalji geldi haaaanım :)

Yorucu ama son derece tatmin edici bir "eğitim" gezisinden sonra, geçtim işte gene blogumun başına.

Geçen hafta kadar yorucu olacak bu yeni haftanın ilk akşamında, yorgunluğumu nasıl atarım üzerimden acaba düşüncesiyle ve şu bir haftadır durmak bilmeyen baş dönmelerimden dolayı hala bulutlarda yürüdüğümü sana dururken(çok pis tren ve deniz tuttu), herşeye rağmen yüzümdeki tebessümle çayımı yudumlayıp biraz ayaklarımı uzatmak istemiştim ki birden TV kanallarından birinde çalan şarkılar beni çok eskilere götürdü...

****
Eurythmics- Sweet Dreams
A-ha - Take On Me
Madonna - Material Girl
George Micheal - Faith
Micheal Jackson - Billie Jean
Prince - Purple Rain
Guns n' roses - Sweet Child O Mine

*****

Arka arkaya çaldıkları şu şarkılarla ben bir nostalji trenine atladım ve zamanda yolculuk yapıp geri geldim. Aslında tam da geri gelemedim...

Her bir şarkıyı dinlediğim dönemler o kadar net ki kafamda, bir melodi bir düşünceyi, bir düşünce bir diğer melodiyi, o bir diğeri bir başka anıyı ve bir anı da bir yenisini peşinden getirdi durdu ve yüzümde saçma bir gülümsemeyle beraber hala Vh1 seyredip "Hmmm, Pearl Jam mi? Evet, lise dönemim.. Hey gidi gençlik" derken yakalıyorum kendimi şu yazıyı yazarken !!



Guns N' Roses yılları, orta okul :) Derste defterlere yapılan desen ve kaligrafi çalışmaları.. O dönemki kankam Işıl'la "Axel'i ben daha çok seviyorum" kavgalarımız :P (deliymişiz!) Gece kalmalarımızda, çılgınca müzik dinleyip avaz avaz eşlik etmeler...

Hey gidi Prince yılları... bütün evrelerimde eşlik etmiştir bana şu eskiden Prince diye bilinen artist :)

Ah anmadan geçemem: The Cure dönemi. Orta 3- lise 1 arasıydı tanışmamız galiba :) Sonra pek bir ayrılmaz olduk... Gene onun gibi Depeche Mode, U2 vs... Bunlar ap ayrı tabii. Her türk gencinin bir şekilde hayatının bir döneminde şarkılarına eşlik ettiği (özellikle U2) "seviom uleeeyn" diye çocukluk aşkları için göz yaşı döktükleri birer mihenk taşları bence hepsi :D





Müzik zevkim pek bir karmaşıktır aslında benim. Şu yukarıda yazdıklarımla rock'çı sanmayın sakın. Dr Alban da, Ice Ice baby de dinlemişliğim vardır hani (çok eğlenceliydi valla!! ) :P


Soul, Funk, Rock, Disco, Alternative Rock, RnB, Pop... sen söyle ben dinlerim :)

Hepimizin vardır tabii buna benzer nostalji trenleri, bir şarkıyı duyduğu an o şarkıyla özdeşleşen seneler, anılar, insanlar ve mekanlar... Benim yüzümde kocaman bir tebessüm oluşur işte böyle anlarda. Bazen bunalımlı dönemlere eşlik etmiş şarkıları duyunca o kadar mutlu olurum ki: insan o kadar kendine odaklanıyor ki en küçük dertlerin bile üstesinden gelebilceğimize inanmak istemeyiz... Halbuki gerçekten de küçücüktür o dertler :) Yeter ki biraz uzaklaşalım ve ordan bakalım asıl tabloya...


Haydaaa, nerden nereye geldik şimdi :)

Neyse, kapanış güzel olsun: Tak bir kaset de neşemizi bulalım :D




Aklıma şimdi gelmiş geçmiş en iyi romantik komedilerinden de bahsetmek geldi veeee tabii soundtrack'lerinden... mesela meg ryan desem.. mesela city of angels desem... yaaaaa :)

Monday, March 9, 2009

Pazartesi sendromunu yenme yöntemleri-1


Video

1. Bir adet BoB Marley CD'si çıkarılır- veya netten bulunur

2. Sevdiğiniz ama uzun zamandır dinlememiş olduğunuz bir şarkısı, üstünüzü başınızı giyerken veya makyajınızı yaparken- çizik plak gibi tekrar ve tekrar çalınır !

3. Avaz avaz eşlik edilir :)

Denemesi bedava :

Sun is shining, the weather is sweet
Make you want to move your dancing feet
To the rescue, here I am
Want you to know ya, where I stand

(Monday morning) here I am
Want you to know just if you can
(Tuesday evening) where I stand
(Wednesday morning) tell myself a new day is rising
(Thursday evening) get on the rise a new day is dawning
(Friday morning) here I am
(Saturday evening) want you to know just
Want you to know just where I stand

When the morning gathers the rainbow
Want you to know I'm a rainbow too
So, to the rescue here I am
Want you to know just if you can
Where I stand, know, know, know, know, know

We'll lift our heads and give JAH praises
We'll lift our heads and give JAH praises, yeah

Sun is shining, the weather is sweet now
Make you want to move your dancing feet
To the rescue, here I am
Want you to know just if you can
Where I stand, know, know, know, where I stand

Monday morning, scoo-be-doop-scoop-scoop
Tuesday evening, scoo-be-doop-scoop-scoop
Wednesday morning, scoo-be-doop-scoop-scoop
Thursday evening, scoo-be-doop-scoop-scoop
Friday morning, scoo-be-doop-scoop-scoop
Saturday evening, scoo-be-doop-scoop-scoop

So to the rescue, to the rescue, to the rescue
Awake from your sleep and slumber
Today could be your lucky number
Sun is shining and the weather is sweet

Friday, March 6, 2009

Aja Aja Aja


Sonunda Slumdog Millionaire'i seyredebildimmmmmm :)

Miniklere bayıldım, Dev Patel'e -kahramanımız- bayıldım...

Yorucu bir haftayı bu filmle noktalamak iyi oldu.

Yüzümdeki gülümseme beni pazartesi akşamına kadar götürür.. E gerisi de Allah kerim :P

Thursday, February 12, 2009

Benjamin Button ve Jay Gatsby


Hızımı alamadım, dün akşam da Benjamin Button filmine gittim.

İlk olarak uzun bir film olduğunu söylemem lazım. Belki biraz fazla uzundu ama hiç bir şekilde sıkıcı değildi.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ben biraz hayatın akışına bırakanlardanım kendimi. Beraber gittiğim iki arkadaş ise- özellikle biri- hayata sıkı sıkı sarılan ve bir sonraki adımını çoktan bilebilen biridir. Bu konuda çok uzun konuşmalarımız olmuştur, hayata bakışlarımızı ve beklentilerimizi hep sorgulayan iki arkadaş olmuşuzdur.


Herneyse, filmden çıktığımızda hepimizim halet-i ruhiyesi o kadar farklıydı ki şaşırdım ben gene de biraz. Birimiz karamsar, diğerimiz "Forest Gump olmuş tam bu" diyor, öbürümüz ise "hayat senin elinde, istediğin herşey olursun" diye sayıklıyordu.

Ben etkilendim filmden. Şiddetle de tavsiye ederim. Ruhunuza dokunmazsa brüksel lahanası demiim ben de kendime :)

Kısaca: Forest Gump tadında çok güzel bir filmdi bence.

Uzun uzun anlatamayacağım kadar güzeldi e anlayın artık !


***

Fitzgerald'ın bir de meşhur romanı The Great Gatsby'yi yeni bitirdim...

O da bir o kadar etkiledi beni. Çok güzel yazılmış bir roman.

Okumadıysanız okuyun-not ilk bölüm beni baydı, ortalarda açıldım. İnat ettim bitirecem diye, iyiki de etmişim :)

Ama ben keko gibi merakımdan 1974'de Robert Redford'un oynadığı filmi ararken internette kitabın sonunu öğrenmiş oldum ! :(


Uzun lafın kısası, dediğim gibi anglosakson dünyası beni pek bir sardı bu sıralar, old sport!

Sunday, February 8, 2009

Oscar sezonu benim için yeni başladı


Beklediğim filmler daha yeni türkiye'de gösterime giriyor.

Şaşırtıcı bir durum aslına bakılırsa. Genelde Avrupa'dan önce bütün Hollywood filmleri bizde gösterime girerdi.

Herkesin bahsettiği hiçbir film hakkında bilgi sahibi olamamak çok can sıkıcıydı Brüksel'de yaşarken.

Haydaaa !

Deja vu oldu resmen!

Şu sıralar merak ettiğim ve bahsedeceğim filmlerin çoğu bir golden globe kazanmış ve/veya oscar/bafta ödüllerine aday oldular.

Örneğin:

-Slumdog Millionaire (27 şubat)
-Revolutionary Road (27 şubat)
-The Curious Case of Benjamin Button (bu hafta gösterime girdi ! )


Neyse ki bu akşam gösterime girenlerden bir tanesini seyredebildim:

The Changeling

Angelina Jolie çok başarılı bir oyun çıkarmış, e tabii yönetmen Clint Eastwood ne de olsa :)

Gerçek bir hikayeyi konu alıyor, sinir bozucu ama sürükleyici bir film.

Seyretmeyenlere tavsiye ederim.

Beklediğim filmlerden birinde her geçen sene daha çok beğendiğim Kate Winslet oynuyor.

Titanic filminde ben gıcık olmuştum kendisine. Sebebini valla hatırlamıyorum ama çok gıcık bulmuştum.

Sonra Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ı seyredip yavaştan sevmeye başladım kendisini...

Gerçekten de başarılı buluyorum artık kendisini (eminim kendisi de Aslı bir onaylasa beni diyerek bekledi durdu :P )

Hem de gittikçe de güzelleşiyor bence.

Şarap gibi kadın (benim gibi işte :P )

Biraz magazin koktu bu yazı ama olsun, kafa dağıtıcı oluyor.

Abbas Yolcu v. 2.1.

Bir zamanlar ben giderdim bir yerlere... Arkama bakmadan kaçardım Brüksel'in karamsar havasından...

Herhalde çok içerlemiş İlker bu duruma ki :

Artık ben evde oturur, İlker de Abbas yolcu, koyuldu yollara.


Geçen hafta Laurence of Arabia takıldı, bu hafta ise Moskova Geceleri şarkısını mırıldanarak dönecek herhalde…

Ben de istiyorum bir yerlere gitmek. Mümkün ise şöyle güney yarım kürede bir yerler olsun :)

Yahu bir İstanbul’a bile gidemedim, ne güney yarım küresinden bahsediyorum ? Hmmpf ! :(

Hatta "bir deniz yüzü bile göremedim" diyerek, tam küçük Emrah modelinde kaşları çatıp iç çekeyim :'-(

Aaaah Ahhh!

***



Friday, January 30, 2009

Ben baklava sevmem ki ?!


Sanırım bu yaşıma kadar yemiş olmam gereken baklava miktarına ben şu bir günde ulaştım !!


Evet, işin komik tarafı: ben baklava SEVMEM !

Ama gel gör ki elimde kalan (hediye amaçlı alınıp gerek duyulmayan fazla paket) bir kilo Hacı Baba Baklavasını tek oturuşta neredeyse bitiriyordum gün gece !!!

Aslında ayıp oluyordu biliyorum. Herseferinde tabağıma konan baklavaların birinin ucundan- sırf ayıp olmasın diye- tırtıklayarak yemek bir Antep gelinine yakışan bir hareket değil. Ben de biliyorum ! (milli sebze patlıcana da burun büküyor olmam da ayrı bir "utanç" kaynağı :P)


Çok denedim halbuki. Hatta Antep'te meşhur İmam Çağdaş'a bile götürüldüm (tamam bir de kebab için gittik itiraf ediyorum :P).

İflah olmamıştım :)

Ya gördün mü sen şimdi şu Hacı Baba'nın bana yaptığını ?! Bir oturuşta 1 kilo fıstıklı baklava yiyeceğim neredeyse!!!


Ey hiper çalışkan tiroit söyle bakalım, var mı bu işte senin bir parmağın???



Foto kaynak : Hacı baba, fıstıklı şöbiyet

Saturday, January 24, 2009

P.G. Wodehouse

Bilmememek değil, öğrenmemek ayıptır.

İşte bu deyimle yatar kalkar vaziyetteyim.

Adeta Mantra şeklinde günde üç öğün söyler haldeyim :


Ommmmm... Bilmememek ayıp değil Ommmm... Öğrenmemek ayıp Ommmm... Öğrenmenin yaşı yoktur Ommmm...


***

İlker'in "eti senin kemiği benim" diyerek yolladığı bilim yuvasının 4 öğrencisi de bu son hafta sinir krizi eşiğinde dolanıyordu etrafta...

Kıyamadılar ve kısa bir süre için kafa izni verdiler... Verdiler iyi hoş ama, "dönem ödevleri" de verdiler :)


İşin şakası bir yana, İngiliz edebiyatından çok güzel eserler keşfettim ben bu vesileyle.


En güzel keşfim de P.G. WODEHOUSE oldu.


Daha önce adını sanını duymadığım bu yazarın 90'dan fazla romanı/kısa öyküsü ve bilumum piyesi varmış...

Ben Dr. Sally kitabıyla keşfettim Wodehouse'u. O kadar basit ama o kadar sürükleyici ve komik bir kitap ki gerçektende elimden bırakamadım.

İngiliz mizah anlayışını ve kafa yapısını bu 140 sayfalık kitapta o kadar güzel aktrıyor ki usta yazar, şapka çıkarmamak elde değil !


İşin komik tarafı, İlker bana hep "Fransız aşığısın" derdi.
Ancak, Anglosakson dünyasının pençesine öyle bir düştüm ki, kurtarana aşk olsun :D


Good Save the Queen!


Cheers lads! :P


****
http://en.wikipedia.org/wiki/P._G._Wodehouse

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=p%20g%20wodehouse

Tuesday, January 13, 2009

Arrrrghhhh !!!!

Manik depresif bir haldeyim sanki... iki haykırasım bir gülesim geliyor !!




Yakında tek göz başlayacak seğirmeye...

Sunday, December 14, 2008

Eve siparişin dayanılmaz hafifliği


Dört sene boyunca boynu bükük yaşamışız, haberimiz yok
- aslında vardı ama mutsuz olmamak için unutmayı terçih etmiştik...


Ne zaman, bugün dışarıdan sipariş verelim dediysek, hevesimiz hep kursağımz da kalmıştı.


Taa ki... Ankara günlerimiz başlayana kadar...

Okuldaki odamıza quick china, dominos pizza, döner, pide vs sipariş ettiğimizde her seferinde gözlerim doluyor... caaanım Türkiyem benim :)



E tabii, şimdi iki sene boyunca hep eve siparişlerle besleneceğimizi sanmayın. Bu ilk ayların hevesi.. ben hevesimi çoktan aldım ama İlker 5 senedir bugünleri bekliyormuş :D Birazcık da o alsın hevesini, sonra sağlıklı beslenmeye devam ederiz.

Neyse, bugün bir de bu eve sipariş keyfini In Bruges filmini seyrederek yaptık, ne de iyi yapmışız :)

Bruges'de geçen bir senemizi andık ve güldük -yoksa ağladık mı?

Film hakkında bildiğim tek şey iki tane kiralık katilin gizlenmek için Brüj'e gelmesiydi.

Düşündüğümden çok daha başarılı bir kara-mizah filmiydi... Çok eğlendim ben seyrederken.. Tavsiye ederim.

Mesleki olarak da işime yaradı :P İrlanda aksanı dinledim 120 dakika boyunca :P

Saturday, November 1, 2008

Yikilmadim ayaktayim...



Aslinda tam ayaga kalkmadan onceki emekleme durumundayim (ya da oyle oldugumu dusunmek istiyorum?!)

kisacasi:

YIKILMADIM !

EMEKLIYORUM !

Yazacak cok sey var ama hepsi okulla ilgili oldugunu fark etmem, birden desperate housewife'liktan kurtulacagimi sanarken, desperate student'liga transfer oldugumu gormeme sebep oldu... ben ne zaman kurtulacagim bu desperate hallerden??!!

Traji komik gunler geciriyor olmak aslinda bana bir ipucu vermeliydi bu konuda ama aglamaktan ve surunmekten dusunmek icin halim bile kalmamdi ki...

Ey mustakbel konferans cevirmen adaylari, ey bilkent konferans cevirmenligi masterina girmek istyen gelecegin desperate arkadaslari!!

size iki cift lafim olacak: egonuzu evde birakin ve hirsinizi kamcilayarak gelin bu bolume...


Ben bilseydim boyle olacagini, cocuk yapardim valla :D


Yok yok, pes etmek yok... oyle kolay korkup kacmam ben, ama soyle bir haykirmak istiyorum karsiki daglara!!!


Hiiieeeeeeeeeeeeeeeyt !!!!


oh be!

Friday, September 19, 2008

Deli miyim ben?


Daha once bahsetmis oldugum ve heyecanla bekledigim okulumun ilk haftasi bitti.

Hafta mi bitti ben mi bittim anlamadim ama.

Hani biliyordum, zor olacakti zaten. Ama unuttugum bir ayrinti: 5 senelik bir kis uykusuna yatirmisim megersem ben beynimi.

Beynimden znnn znnn sesler ciktigini hisseder oldum su son gunlerde. Daha fazla konsantre olmaya calistikca, tıslaya tısylaya beni uyarmaya calistigini da farkettim. Gozler kayıyor, dikkatim dagılıyor...

Zorluyorum kendimi: Hayır hayır, soylenen hersey cok onemli! Pur dikkat dinle, konsantre ol, kacırma anlatilanlari... Ama yok, tıs tıs... Bir iki kahve yudumu, bir iki lokum atildi agiza. Hadi bakalim bir kac dakika daha... Yok kontrol edemiyorum, gozler ele veriyor kendini. Gitti gidecek Asli. Aman bir ara verelim :)

Deli miyim ben kardesim? Ne zorum vardi?

Simul. , consec. , retour, relay, Aktif dinleme, pasif dinleme, mind mapping, A dili, B dili, C dili...

Ogrenecek tonla sey var, acim da bilgiye onu da fark ediyorum. Ama dedigim gibi biraz ambale oldum ben bu hafta. Odevler, okumalar, power point'lar verildi bile...

Sanirim hafif mazositlik varmis ben de, yoksa ne isim var benim burada ??


Beyin hucrelerimin hepsi topluca greve gitmezlerse, geri gelecegim ;)




Foto kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Guru_Mindmap.jpg

Monday, September 8, 2008

Yeni Yayin Donemi Hayırlı Ugurlu ola :)

Sevgili Lahana severler,

Uzun uzun dusunduk tasindik ve Bruksel Lahanamin Ankara'ya dondum diye kapatilmamasi daha iyi olur kararina vardik...


Biraz rotuslandik, biraz suslendik ama 3 senedir hayatimin onemli bir parcasi haline gelen Bruksel Lahanam ile simdi de Ankara'dan gevezeligime devam edecegim.


Gene sinirlendigim, cok sevdigim, dusundugum ve sasirdigim seyleri yazamaya devam etmekle beraber bu sene bir de ayri bir heycan ile Ogrenci Lahananin dusunceleri de blogu isgal edecek gibi...

Evet, ben bu sene yeniden okullu oldum.. Haydaaa, nerden cikti bu simdi diyeceksiniz :)

Efendim cikti iste, sapkadan tavsan cikar gibi ben de hic yoktan bir master cikardim :) Hemide sevdigim alanda, yabanci dillerle igili ;) Daha spesifik olmak gerekirse: Konferans Cevirmenligi alaninda :D

Bir heycan basti beni anlatamam.. Kayitlar basladi, haftaya da dersler basliyor.. Beni bir gorseniz : okul soguk olur kisi ben bir kac kazak alayim.. ay bir de kalin cizme alsaydim tarzinda gereksiz ne kadar dusunce var ise beni sardi bile.. Defter kalem isine giremedim daha cunkum ben simdi gider normal suslu puslu defter alirim, ya cevirmenlikte defter degilde A4 Bloknot kullaniliyorsa?? :D Evet rezil bir haldeyim gercekten...


Neyse bu kadar heycan yeter simdilik.


Unutmadan tabii ki Bruksel hakkinda daha ceplerim anektotlarla dolu.. Yazmak istedigim tonla daha hikaye var. Onlari da ara ara yazmaya calisacagim ustunden cok zaman gecmeden...


Hersey cok Guzel Olacak... olacak dimi? :)

Wednesday, September 3, 2008

Lahana Tursusu


Valla lahana kompostosu mu deseeem yoksa tursusu mu oldum desem bilemiyorum ama Ankara'nin bu guzel sicaginda mayıstıkca mayıstım, metabolizmam yavasladıkca yavasladı ve gene bir akdeniz esintisi ve tabiri caiz ise bir "Dolce Vita"dir aldi basini gidiyor :)


Tek eksigimiz masmavi bir deniz... Olacak o da, olacak, kuresel isinma ile o da olacak pek yakinda :P


Butun bu keyfin belki de sebebi baba evinin sicakligi ve tembelligi (ihihihi) ve ustune bir de abimlerin gelmesi olabilir... Pek bir iyi geldi valla, anneme ve babama sarilmak, yegenimin bidi bidi konusmasini dinlemek...

Bak iste, artik Bruksel Lahanasi olmaktan da ciktik iste.

Bundan sonra hep bir Ankara havasi esecek yazdiklarimda..

Yeni bir blog da açmak istiyor canim ama bir turlu isim bulamadim, ah bir de su yesilden baska bir renk istiyorum, 3 sene hep ayni kaldi burasi..

Yenilik zamani geldi, dimi?


Var ise bir fikri olan, bir adım one gele :)